' KADIN VE ÇOCUK HAKLARI SIFIRLANIYOR MU?'

' KADIN VE ÇOCUK HAKLARI SIFIRLANIYOR MU?'
TAKİP ET >> Google News ile Takip Et

Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, çalışmalarını tamamladı. Rapor tamamlandı tamamlanmasına ancak rapor tepkileri de beraberinde getirdi. İşte bu yasayı Avukat Eylem Sarıoğlu Aslandoğan ile konuştuk. Rapor neleri içeriyor? Kadınlar bu rapordan nasıl etkilenir çözüm önerileri neler? Röportajımızın bu hafta yayımlanacak ilk bölümünde bu soruların cevabını bulacaksınız?

 

Güler Ruhsar AKTAŞ: Öncelikle AKP Hükümetinin kadınlara yönelik politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eylem Sarıoğlu ASLANDOĞAN: Aslında AKP‘nin kadına yönelik politikalarının özünü “ Kadın ve erkeğin eşit olduğuna inanmıyorum. “ sözünün her alanda kurumsallaştırma çabası oluşturmaktadır. Bunun en görünen yüzü de kadına yönelik şiddetin artmasıdır. AKP iktidara geldiği andan itibaren kadını eve hapsetme, ihtiyaç duyulduğunda da ucuz iş gücü olarak kullanma bakış açısı ile politika üretti.Özellikle uzun süre şiddeti görmezden gelen AKP bunlar münferit olaylardır , abartılıyor yaklaşımını sergiledi.  Kadın ve aileden sorumlu Devlet Bakanlığının adından Kadının çıkarılması ve aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına dönüştürülmesi AKP hükümetinin kadını ailede makbul gördüğünü ortaya koymaktadır.

Sonrasında kürtaj tartışmaları ile aslında tüm yaklaşımını yetkili ağızların yapmış olduğu açıklamalarla ifade etti. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ, tecavüze davet çıkarır gibi, “Tecavüze uğrayan doğursun gerekirse devlet bakar” diyebildi! TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı AKP Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz mağdurundan daha masumdur. Tecavüze uğrayan, kürtaj yaptırmamalı!” diyebildi! Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek “Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne? Anası ölsün” diyebildi!

 

Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar İle Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis araştırma komisyonunun raporunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Meclis Araştırması Komisyonu raporu biz kadınların ve çocukların kazanılmış birçok hakkını ihlal ediyor.

Yasa hem ruhu hem de içerdiği konular bakımından yıllardır bu alanda faaliyet yürüten biz kadınların esastan itirazlarını fazlasıyla hak ediyor. Çünkü yıllardır kadına yönelik şiddetin önlenmesi için hükümetin yapması gerekenlere dair talepler ifade eden biz kadınlar, hükümetten bu yönlü bir adım yerine sadece aile bütünlüğünü koruma amacıyla hareket ettiğini maalesef bir kez daha  gördük . Rapor bu güne kadar bu alanda yapılmış yasal düzenlemelere, uluslar arası sözleşmelere ve  hükümetin imzalamakla övündüğü İstanbul Sözleşmesine de tamamen aykırılık oluşturuyor.

 

Nasıl bir aykırılık oluşturuyor?

Kadınlara  Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinin  ilk olarak Türkiye tarafından  imzalanmış olması ile övündü. Ama 1 Ağustos 2014 tarihinde  yürürlüğe giren sözleşmenin imzalanmasının yetmediğini bir kez daha gördük. Yasa yapmak bir görevin ifası için yeterli değildir

İstanbul sözleşmesi var bir de …

İstanbul sözleşmesinde, “kadınlara yönelik şiddet", bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak açıklanmış ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma”  şeklinde tanımlanmıştır. Yine ünlü sözleşmede "aile içi şiddet" aile içerisinde veya hanede veya, mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi olarak tanımlanmış, kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ise,  kadına kadın olmasından dolayı uygulanan ve kadınları orantısız biçimde etkileyen  şiddet olarak kapsamlı bir şekilde tanımlanmıştır. Bugün imzalanan sözleşmenin giriş kısmında “Kadınlar ve erkekler arasında yasal ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadınlara yönelik şiddeti önlemede anahtar bir unsur olduğunun bilincinde olarak” şeklinde yapılan açıklama aslında kadına yönelik şiddetin önlenmesi bakımından da temel olarak yapılması gerekenleri,  tarafı olduğu sözleşme nedeniyle devletin, hükümetin önüne koymaktadır.  Yasa özü itibari ile yasal ve fiili eşitliğin sağlanmasının zorunluluğunu ortaya koymuştur. Oysaki komisyon olarak hazırlanan rapor bu perspektiften oldukça uzaktır. 

 

Meclis boşanma komisyonu böyle bir rapora neden ihtiyaç duydu.?

Uzun süredir ülkemizde boşanma oranlarının arttığı yönlü tespitler yapılıyor. Ben bile bir sohbette avukat olduğumu söylesem hemen “ boşanmalar çok arttı değil mi? avukat hanım, kadınlar hiç sabretmiyor hemen boşanmak istiyor, ne olacak bu toplumun hali “ şeklinde sorularla karşılaşıyorum.Çünkü alttan alta program ve konuşmalarla bu zihne işlenmeye çalışılıyor. Toplum buna ikna olduktan sonra da çözüme ilişkin bu tasarıyı hazırladık diyebilsinler. Oysaki Komisyon’un kendi taslak raporunda bile  Türkiye AB ve çevre ülkelerde evlenme oranında 45 ülke arasında 6. sırada,  boşanma oranında ise 43 ülke arasında 26. sırada. Türkiye’deki evlenme hızı 7.7 iken boşanma hızı 1.7 olarak tespit edilmiş. Amaç boşanma oranlarının önü alınmadığı takdirde bir yıkıma neden olacağı algısı üzerinden kadınların kazanmış olduğu mevzi geri çekilebilsin.

 

Haklı tepki alan bu rapor eşitlik ve adalet içeriyor mu?

Raporda her ne kadar yer yer ailenin güçlü olmasını aileyi oluşturan bireylerin güçlü kişiliklere sahip olmasıyla mümkün olacağı ifade edilse de , güçlü kadınların oluşmasının tek koşulu  toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması olup, aslında temel eksiklik olan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konusuna ve bu yönde atılması gerek adımlara yeterince vurgu yapılmamıştır. Bu yaklaşımda sorunu çözen değil, kadını aile içine hapseden bir sonuca yol açar ve var olan durumu güçlendirir. Çünkü kadını güçlendirmek amaçlanmamakta, sadece aileyi korumak amaçlanmaktadır.  Özellikle eşitlik vurgusundan kaçınılmıştır. Zira Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan kadın ve erkeğin eşit olduğuna inanmadığını, eşitliğin fıtrata aykırı olduğu söylemiş ve eşitlik yerine adalet vurgusu yapmıştı. Bu bakış açısı rapora da yansımış ve kadın ve çocukların hak ihlallerine uğramamasının yolunun ailede adalet ve hakkaniyet duygularının gelişimiyle mümkün olacağı ifade edilmiştir. Oysaki asıl olan eşitliğin sağlamasıdır. Adalet ve hakkaniyet duyguları ile beraber  eşitlik sağlanmadığı müddetçe kime göre hakkaniyet, kime göre ve neye göre adalet sorusu ile baş başa kalırız. Raporda eğitime yönelik öneriler başlığında aile değerlerinin bir bütün olarak ele alınması yerinde olacaktır denilmekle birlikte , özellikle ilköğretim müfredatlarında bulunan kadının aile toplumsal rollerine ilişkin kalıpların nasıl değiştirileceğine ilişkin hiçbir vurgu bulunmamaktadır. Oysaki taraf olarak imzalamış olduğumuz uluslar arası sözleşmeler bu yönlü rol tariflerin değiştirilmesi için imzacı devletlere görev yüklemektedir.

Diğer bir değişiklik önerisi ise arabuluculuk uygulamasının getirilmek istenmesi gibi sanki ….

Evet, arabuluculuk uygulaması  “Belli başlı uyuşmazlıklar için bu eğitim ve danışmanlık hizmetlerinin alınması bir “dava şartı” gibi görülmeli ve arabuluculuk ve uzlaştırma sürecinden önce başvurulması zorunlu bir yol olarak belirlenmelidir” şeklinde öneri yapılmıştır. Boşanma süreçleri kadınlar üzerindeki baskının arttığı bir süreç olup bu aşamalarda kendilerini evliliği sürdürmek zoruna hissettiği bir tablo ile karşı aşıyayız. Bu nedenle arabuluculuk bir dava şartı olduğunda bu durum kadınlar açısından boşanmayı zorlaştıracaktır. Çünkü bu aşamaların hepsi bir ikna sürecine dönüşecek ve her seferinde kadın mutsuz olduğu veya şiddet gördüğü eve geri dönmek zorunda bırakılacaktır.

Peki boşanma mı sorun sonrası mı ?

Asıl sorun boşanma değil, boşanma sonrasında kadınlar ve çocuklar açısından doğan olumsuzluklardır. Sürekli boşanmanın çocuklar açısından olumsuz etkileri üzerinde durmak ve bradan aile bütünlüğünün korunmasını salık vermek kadının  temel hakları bakımından başka mağduriyetlere sebebiyet verecektir.

Sağlıklı bir aile sağlıklı bir toplumun temel yapı taşlarından olmakla birlikte, özellikle kadınlara bakış açısının kutsallaştırılmış bir aile içinde şekillendirilmesi sağlıksız bir yapı oluşmasına neden olmaktadır. Aile kutsanırken, ailesi olan ve olmayan kadınları güçsüzleştiren, çaresizleştiren ve şiddete açık hale getiren süreçler yeniden üretilmemeli, sosyal politikalar biçimlenirken bu gözden uzak tutulmamalıdır. Ailenin toplumsal yapıdaki önemini göz önünde tutmakla beraber aile kurumunu kutsamak yanılgısına düşülmemelidir. Çünkü aileye atfedilen kutsallık bir süre sonra muhafazakar bir bakış açısına yol açmakta, aile kurumunu korumak adına bireysellikler, özellikle kadın hakları törpülenmektedir. Bu olguya raporun genel

 Amaç ne pahasına olursa olsun boşanmaların önüne geçilmesi olmamalıdır. Boşanmalara neden olan sosyal ve kültürel nedenleri ortaya çıkarmak, evliliği sonlandırmayı tercih etmiş bireylerin güvenliğini ve sağlığını korumak olmalıdır. Boşanmak isteyen kadınların boşanmayı sağlıklı gerçekleştirebilmesi ve boşanma sonrasında var olan önyargılar ve ekonomik zorluklar nedeniyle kötü giden evliliklerine mahkum olmamaları için boşanma sonrası kadının kendi istediği hayatı kendi istediği şekilde yaşamasına fırsat verecek ve onu başka birine ya da aileye bağımlılığa mahkum etmeyecek sosyal ve ekonomik koşulların sağlanması gerekmektedir.

 

Çocukların istismarcılarıyla evlendirilmesi gibi bir sonuç ortaya çıkıyor öyle bir durumda ki bu çok vahim bir tablo böyle olursa  sorun bitecek mi ?

 

Çocukların, istismarcılarıyla/tecavüzcüleriyle evlendirilmesi, evlilik yaşının 15'in altına indirilmesi

Raporda, çocukların cinsel istismarının “rızaya” dayalı olabileceği, ancak böyle de olsa suç olarak kalması gerektiği söylendikten sonra, tam tersi, yani istismarcının/tecavüzcünün 5 yıl boyunca istismar/tecavüz ettiği çocukla “sorunsuz” ve “başarılı” bir evlilik sürdürmesi halinde denetimli serbestlikten yararlanması öneriliyor. 

Üstelik, her iki tarafın da 15 yaşın altında olması durumunda ise, çocuk istismarı, çocuk tecavüzü ''şahsi cezasızlık'' nedeni sayılıyor, yani suç olmaktan çıkarılıyor. Böylece ailelerin 15 yaş altı çocuklarını (şimdilik resmi nikahla olmasa bile) fiilen ''evlendirmelerinin'' yolu açılıyor.

Komisyon bu önerileri ile çocukların tecavüzcüleriyle evlendirilmesi halinde suçu ve suçluyu görmezden gelelim diyor. Çocuk istismarı ile ilgili “Bir kereden bir şey olmaz” politikası yürüten AKP, hem Eski Ceza Kanunu’nda yer alan çağdışı ''tecavüzcüsüyle evlendirme'' düzenlemesini üstelik de çocuklar için geri getirmeye ve hem de, evlilik yaşını 15'in de altına indirmeye çalışıyor.

 

Bir süredir tecavüz vakalarından sonra gündeme gelen hadım uygulaması da raporda tekrar öneriliyor.  Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 108. maddesinde göre, mahpusun “tıbbi tedaviye” tabi tutulması ve “tedavi amaçlı” programlara katılması yönünde infaz hâkimi tarafından karar verilebiliyor.Bu hususta bir yönetmeliğin çıkarılmasını önererek hadım uygulamasının hayata geçmesini öneriyor. Sonuç olarak ne hadım, ne idam nede Özgecan’ın katilinin koğuşta öldürülmesi benzeri kısas ve öç alma yöntemleri kadına yönelik şiddetin son bulmasını sağlayacak yöntemler değildir. Aksine şiddet kültürünü daha da güçlendirecek cezalandırma yöntemleridir.

 

 

 

Kadına şiddet maalesef ülkemizin bence en önemli sorunlarından bir tanesi kadına şiddeti nasıl etkiler bu durum ?

Yine raporda 6284 sayılı Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’a dayanan başvurularda  “en azından mesai saatleri içinde mülki amir ve hâkimin görevli olması, mesai saatleri dışında ve resmi tatil günlerinde kolluk amirinin görevli olması” önerilmektedir. Yani, karakolların kapılarının mesai saatleri içerisinde şiddete maruz kalan kadınlara kapatılması istenmektedir. Bu öneri, iktidarın kadına karşı şiddeti ortadan kaldırma konusunda hiç bir şey yapmak istemediğinin açık göstergesidir.  6284 sayılı Kanun’a dayanılarak verilecek tüm tedbir kararlarında kadının delil ve belge sunması zorunlu hale getiriliyor. Eğer kadın şiddete ve tehdite ilişkin delil sunamaz ise tedbirin en fazla  15 gün için verilmesini önermektedir. Bu durumda kadınların bunu ispatlayamadığı durumlarda şiddetle yüz yüze kalmasına neden olacaktır. .

 

Nafaka ve mal paylaşımında içeriği nedir ne öneriler var?

Bir diğer olumsuz durum ise , kadınların nafaka hakkının evlilik süresi ile bağlı olarak kısıtlanmasıdır. Her ne kadar süre bitiminde kadının meslek edindirme, istihdam imkanlarından faydalanmasının sağlanması önerilmiş ise de buna ilişkin düzenlemeler konusunda somut önerler yapılmamıştır. Raporda mal paylaşımına ilişkin davaların açılması için geçerliolan 10 yıllık zaman aşımı süresinin düşürülmesi de önerilmiş. Böylece kadınların mal rejimine ilişkin haklarını kullanmaları kısıtlanmak istenmiştir. .

 

Eşin ölümünde, kadının mal rejiminden kaynaklı %50 payın verilmemesi

Raporda, evliliğin eşlerden birinin ölümü ile  sona ermesi halinde, evlilik içerisinde edinilen malların tasfiyesinde, sağ kalan eşin sadece kendi miras payını almasını önermiş. Evlilik süresince edinilen mallar geleneksel olarak erkekler üzerine kayıtlandığı için, bu öneri, eşi ölen kadınların mal rejiminden kaynaklı %50 payını alamayacakları anlamına geliyor.

 

Bu konuda  Aile ve Dinî Rehberlik Büroları çalışmaları da var onlar olumlu etkilemez mi?

Rapor boyunca evlilik birliğinin sürmesi, yaşanan sorunlar konusunda devletin kurumlarıyla sorunları çözme iradesi hep Diyanet İşleri’nin “önemli” katkılarıyla açıklanıyor. Aile danışmanlığının en temel eksikliğinin “dini hizmetler” olduğu vurgulanıyor. 

Uygulamada olan Aile ve Dinî Rehberlik Bürolarına yapılan başvurular yeterli görülmüyor. “Bu bürolarda kişisel bilgi tutulamadığı için takip yapılamıyor, ah bir takip yapılabilse ne de güzel çözecekler sorunları” vurgusuyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na “elinizde verisi bulunan ihtiyaç sahiplerini buralara yönlendirin” deniliyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın hazırladığı Aile Eğitim Programına “ailede dinî değerler” eğitimi konulması ve bu eğitimi de “kanaat önderi” kabul edilen din görevlilerinin vermesi isteniyor. 

Aile danışmanlığı alanında çalışacak uzmanların “milli kültüre duyarlı” yetiştirilmesi talep ediliyor. Aile terapisi ve rehberlik hizmetleri verenlerin psikoloji, psikolojik danışmanlık, rehberlik, sosyal hizmet, çocuk gelişimi ve eğitimi, sosyoloji, hemşirelik, tıp, öğretmenlik alanları ile sınırlandırılmasına karşı çıkılan raporda, İlahiyat Fakültesi mezunlarının da aile danışmanı olarak görevlendirilmesi öneriliyor. Diğer yandan söz konusu yönetmeliğin 16’ıncı maddesinde “bireylere, çiftlere veya ailelere sorunlarının çözümüne dönük değişim ve gelişime yönelik hizmetler sunmak, Anne ve babaların çocuk eğitiminde daha bilgili olması, bu bilgilerini hayata geçirmesi, çocuğuyla ve eşiyle ilişkisini geliştirmesi için anne ve babalara yönelik çalışmalar gerçekleştirmek, boşanmış bireylere ve çocuklarına bu durumdan olumsuz etkilenmemeleri için boşanma sonrası uyum programları planlamak ve uygulamak, gerektiğinde aile üyelerini ihtiyaçlarına yönelik olarak ruh sağlığı ve hastalıkları hizmeti veren kurum ve kuruluşlara yönlendirmek.” Aile danışmanının görevleri olarak tanımlanmıştır. Lisans düzeyinde bunlara ilişkin eğitim almamış ilahiyat fakültesi mezunlarının bu görevleri yerine getirmesi olanaklı değildir. Aile danışmanlığı eğitiminde amacın “ailenin daha sağlıklı, huzurlu ve mutlu olabilmesini sağlamak, aileyi oluşturan bireylerin problemlerini, ana kaynağına inerek, bilimsel, kültürel ve psikolojik yönlerini araştırmak, bu problemleri ortadan kaldıracak donanıma sahip kişilerin yetiştirilmesini sağlamak amacını taşıdığı” göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan yönetmelikte sayılan meslek dallarının dahi bu amacı yerine getirebilecek eğitime ve donanıma sahip oldukları tartışmalı iken bu konularda hiç eğitim almamış İlahiyat fakültesi mezunlarının aile danışmanı olarak görevlendirilmeleri yarardan çok zarar doğuracaktır.

 

Çözüm önerileriniz ve yapılması gerekenler nelerdir?

Yasal düzenlemelerin yapılmasının tek başına şiddeti önlemeyeceğini  ve şiddetin önlenmesinin  çözümünün toplumsal cinsiyet eşitliğinden, kadın ve erkek  arasında gerçek eşitliğin sağlanmasından geçtiğini ısrarla söylüyoruz. Bugün, şiddetle mücadelenin eşitlik mekanizmalarının devreye sokulmasını sağlayarak mümkün olabileceğini ortaya koyan kağıt üstünde düzenlemeler var. “Gerçek eşitliğin” sağlanmasının kadına yönelik şiddet sorununun çözümünde olmazsa olmaz olduğunu daha ileriden ortaya koymalıyız. Kadının gerçek eşitliği ve buna bağlı olarak haklarını en üst düzeyde kullanabilmesi esas olarak ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel bütün alanlardaki haklarını içinde barındırır ki bu nedenle kadının eşitliği bu alanlarda yapılacak düzenlemelerle ve buna bağlı olarak koşulların sağlanması ile yaşamda bir karşılık bulabilir.

Örneğin, “kadınların çalışmasının önünde hiçbir engel yok, çalışma hayatının yasal kuralları bırakın kadınlara ayrımcılık yapmayı onları destekler niteliktedir” sözünün bir karşılığı yoktur. Çünkü çocuk bakım yükünün hala kadının üzerinde olduğu, kreş olanağının olmadığı, eşit ücretin neredeyse hayal olduğu, işyerinde taciz ve şiddetin olağanlaştığı durumlarda kadının erkekle üretim sürecine eşit şekilde katıldığından bahsetmek mümkün olmayacaktır. Ya da örneğin yasalarda kadına boşanma hakkı tanınmasının da bir karşılığı yoktur. Çünkü birçok kadın bu hakkın elde edilmesinin üzerinden geçen onlarca yıla rağmen bu haklarını kullanamamaktadır. İş olanağı olmadığı, iş bulsa bile çocuklarını göndereceği bir ücretsiz kreş bulunmadığı, toplumun boşanmış kadına bakış açısının olumsuz olması ve boşanma talep ettiğinde can güvenliğinin bulunmadığı gibi sayılabilecek birçok nedenden dolayı kadınlar bu haklarını kullanamamaktadır. 

Bu nedenle kadınların gerçek eşitlik ve demokrasi mücadelesi kadına yönelik şiddetin önlenmesi mücadelesinin temelini oluşturmaktadır.

 

Avukat Eylem Sarıoğlu Aslandoğan ile röportajımızın haftaya yayımlanacak ikinci ve son bölümünde ise yine Hükümetin gündeminde bulunan kadın istihdamını artırma  başlığı ile  gündeme getirilen yasal düzenlemelerin içeriğini ve kadınlara nasıl bir çalışma koşulu getiriliyor gibi soruların yanıtlarını bulacaksınız…

Röportaj: Güler Ruhsar AKTAŞ 

Fotoğraf: Hüseyin GÖKTAŞ