Ahmet ZORLU

UMUTSUZUM.

Ahmet ZORLU

Üç tarafı denizlerle, her yanı ormanlarla çevrili, topraklarından bereket fışkıran bir ülkemiz vardı. 
Fakirdik, ama karnımız doyuyordu.
Topraklarımızdan bereket hasat ederdik..
Sevgi eker, kardeşlik biçerdik.
Her kesim birbirine saygı çerçevesinde yaşar, kimse kimsenin ne yediğine, ne içtiğine, ne giydiğine bakmazdı bile.
Huzur vardı, zira her insanın kendince bir uğraşı, her gencin gelecek ideali vardı.
Önce hayallerimizi, sonra geleceğimiz çalındı.
Önce her birimizi, üretmeden tüketen birer canavara dönüştürdüler.
Sonra inanan, inanmayan, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Osmanlıcı-Atatürkçü, yilli-köylü gibi nifak kokan anlayışlarla bölüp parçaladılar.
Sonra yapay düşmanlar ürettiler.
Medeni dünyaya düşman ettiler, Arap Kavimlerine özenti kültürü oluşturdular.
Telekom örneğinde olduğu gibi, Devletin üreten kurumlarını ya kapattılar, ya yandaşlara cazip şartlarda verdiler.
Bize “Çalışmaya ne gerek, işte size dünyanın tüm nimetlerini sunuyoruz. Ye, iç, yat gerisine karışma” dediler ve tam bir AVM gençliğinin oluşmasını sağladılar.
Kırsal kesime kent yaşamını cazip gösterip, köyden kente göçü hızlandırarak, kentlerin eteklerinde toplanmalarını sağladılar..
Birikimlerimizi yediler bitirdiler, şimdi kanımızı, canımızı koydular kumar masalarına.
Cennet vatanımızı, kan kokan, idam naraları atılan, can güvenliği kalmamış, adaletin ve huzurun mumla aranır konuma getirdiler.
Sadizm kültürü ile şekillendirdikleri bir yapıyı sokağa saldılar.
Bizi, tüm dünyanın terör hamisi Katar gibi demokrasinin D’sinden nasiplenmemiş ülkelerin yanında saf tutmak zorunda bıraktılar.
Ve milletçe, maalesef bu sürecin bir parçası olduk.
Komşumuza bile şüpheyle, önyargıyla bakar hale geldik.
Demokrasi denilen, insan merkezli bir idare şeklini bile bize lütuf olarak sunan idarecilerin yap-boz deneylerini uyguladığı bir ülkedir artık Türkiye.
O yüzden kaygılıyım.
Kendim için, çocuklarımız için, geleceğimiz için, ülkem için, demokrasi için, Türk Ekonomisi için, barış için, kardeşlik için, dış ilişkilerimiz için, kalmayan huzurun geri geleceğinden şüphe duyduğum için, kültürümüz için, sanatımız için kısacası Türkiye için kaygılıyım..
Türkiye Ekonomisi kan kaybediyor. 
Uzmanlar, bankaların pençesine düşenlerin yakında intiharlar serisine vesile olacaklarını söylüyor.
İhracat kan kaybediyor. Ay be ay artmasına alıştığımız dış satım, dış alım karşısında her ay dilimler halinde gerilemeye devam ediyor.
Etin kilosu 80’liraya doğru pupa yelken gidiyor. 
Çanakkale’nin domatesi Çanakkale’de 50 kuruş, Kayseri’de 7 lira..
Soğana, patatese muhtaç kaldık.
Dar ve sabit gelirli kan kaybediyor. Ucuz iş gücü, üretimin daralması, kamunun üretime,istihdama yönelik hiç bir çalışmaya öncü olmaması, üreten ve istihdam yaratan kamu yatırımlarının tek tek elden çıkarılarak özel sektöre bırakılması, başarılarını kanıtlamış işletmelerin kayyum eliyle tek tek batırılması, bankalarımızın yabancıların hizmetine sunulması ve onların da kredilerle milleti mahkum etmesi, hizmet sektöründe sıkıntı gözükmezken, üretim sektöründe işsizliğin zirveye tırmanması, üniversite bitirmiş işsizlerin sayısının milyonlarla ifade edilir noktaya getirilmesi, patlama noktasına gelen dar gelirlilerin ramazan iaşesi ile kontrol altında tutulmaya çalışılması, geleceğimiz açısından umut kıvılcımının bile kalmaması gibi bir tablo ile karşı karşıyayız.
Adalet kan kaybediyor.. 
Artık hakkımızı aramak için gönül rahatlığı ile savcıların kapısını çalamıyor, söylediğimiz her söz, yazdığımız her yazı için iktidar tosunları hemen mahkemelere koşuyor.
Hakimler hür vicdanları yerine “Bu karar bana neye mal olur” endişesi içinde.
Ve Cumhuriyet Tarihimizin en sıkıntılı dönemini yaşıyor mesleğimiz.
Gazetecilerin yazılarından dolayı, adaleti temsil edenlerce sopayla korkutulmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. 
Ben de dahil, binlerce işsiz kalem, ailesini ayakta tutmakta zorlanırken, "Avrupa batıyor, çünkü onların Tayyibi yok" diye manşet atan gazeteciler, öğle yemeğini Paris'te, akşam yemeğini Yunan adalarında yiyecek kadar lüks ve safahat içinde yaşıyor.
Dış politikada kaybedilecek kan bile kalmadı. Medeni dünya her gün bize karşı yeni bir kısıtlama getiriyor.
Eğitim kan kaybediyor; Sistemli olarak eğitimde geriliği dayatanlar kendi çocuklarını Amerikan liseleri, Fransız okullarında okutuyor. Puan sıkıntısı olanlarını da seçip Kıbrıs'a gönderiyor, orada kaydını yaptırıyor ve misafir öğrenci olarak analarının dizinin dibinde okumaları sağlanıyor. Ama bu sözde Müslümanların her biri, bir İmam-Hatip Okulunun Mütevelli Heyeti'nde boy gösteriyor. Hiç kimse de onlara, 'Madem İmam-Hatiplerin bilimsel düzeyi bu kadar yüksek, neden kendi çocuğunu Fen veya Anadolu ya da Yabancı Menşeili liselerde okutuyorsun' diye sormuyor, soramıyor.
Huzur, barış, kardeşlik kan kaybediyor; Tepemizdekilerin barışa, huzura yönelik değil de, ayırımcı, ötekileştirici konuşmaları tabanda kavgalara, tartışmalara neden olmaya başladı. Rant hesapları bile dini ritüellerle süslenip insanlar dövülüyor, saldırıya uğruyor. Yargının yerine ise birileri olay olur olmaz hüküm veriyor. Yargı mensupları da o hükmü gördükten sonra görünmez talep doğrultusunda kararlarını veriyorlar. 
Bazı TV Kanallarında, milyona varan rakamlarla tutulmuş, birer şarlatan oturmuş, Kur'an-ı Kerim'de olmayan dogmaları farz, sünnet gibi ambalajlara sarıp sarmalıyor ve zihinleri, kafaları karıştırmaya devam ediyor. Ömrü din eğitimi ile geçmiş, üniversitelerde kürsüleri bulunan Din Konusunda, İslam konusunda kendini yetiştirmiş, doçent, profesör olmuş insanlara ise bu kanalların ekranları kapalı. Çünkü indirilen dinin insanları uyandıracağını, uydurulan dinin ise ninniden daha etkili uyku aracı olduğunu onlar da biliyor. Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez ülkede bir iç savaş çıkarılmak istendiğinden bahsediliyor. Türk-Kürt, Sünni-Alevi, Namaz kılan-Kılmayan, Oruç tutan-tutmayan, tarikata giren-girmeyen diye paramparça edilmiş bir toplum yapısı var ülkemde. 
Bu nedenle karamsarım. 
Bu nedenle umutsuzum. 
Bu nedenle ilk kez ülkemin geleceğinin karanlığı beni korkutuyor.

Yazarın Diğer Yazıları