Ahmet ZORLU

SAVRULUYORUZ..

Ahmet ZORLU

Evet dostlar, ülke olarak, millet olarak bir felakete doğru savruluyoruz.

Ama birileri hala komalık halimize aldırmadan, ‘İyisin, iyisin’ diye sırtımızı sıvazlayarak sıkıntılarımızı, acılarımızı dindirebileceğini sanıyor.

Güzel ülkemden, bilim, kültür, sanat gibi kavramlar jiletle kazınıyor, yerine cehalet ve sefalet tohumları ekiliyor.

Düşünce suç, düşünceyi açıklama ihanet, hak aramak ise terörizmle özdeşleştiriliyor artık.

Atatürk’ün, Onun dava arkadaşlarının ülkemin topraklarında yeşerttiği ekonomik değerler tek tek satıldı, büyük bölümü kapatıldı.

Kütüphanelerin kapısına kilit vurulduğu, kapatılan her kütüphaneye karşılık 3-5 cezaevinin inşa edildiği bir ülke haline geldik.

Beline jop ve silah kuşanmış gencecik üniversite mezunu polisler var. Sorsan ya öğretmen, ya fizik mezunu, ya da matematikçi.

Gardiyan diye küçümsemeyin.

Mühendisi var içlerinde, bilgisayar uzmanı var, öğretmeni, sosyoloğu gardiyanlık yapıyor cezaevlerimizde.

Çocuğunu okutabilmek için, kentin çöp kutularını tek tek dolaşıp atık toplayan iktisatçıların ülkesi oldu güzel yurdum.

Üretim diyen, istihdam diyenler bile ‘hain’likle yaftalanıyor artık.

Millet Kıraathanelerinde, Millet Bahçesi denen parklarda pinekleyenler ise, “Bak gördünüz mü, nasıl efelendi Trump’a, Reis” diye başlıyorlar sabah sohbetine.

Ülkemin sınırları yol geçen hanı.

4 milyon Suriyeli, bir o kadar da Pakistanlı, Bangladeşli, Afgan, Afrikalı, İran ve Iraklı yaşıyor ülkemde.

Adamların kaydının bile tutulduğundan şüpheliyim artık.

Kırmızı ışıkta geçene cezaların en ağırının yazıldığı ülkemde sınırı kaçak geçenlere, vergi muafiyeti, kampta bir oda, belli bir miktar maaş bağlanıyor artık.

Hele bir uygulama var ki, dillere destan.

Adına “Toplum yararına çalışma” denilen bu uygulama ile, partililer ve partiden hamili kartlılar yılın belli bir zamanı işe alınıyor. Maaş var, sigortaları yatıyor, yaptıkları iş ise, karayollarında bekçilik, okulda müstahdemlik.

Yani üretimsiz çalıştırma anlayışı.

Ve SGK’yı batışa götüren bir başka uygulama.

30 yıl önce adınıza bir romörk buğday ya da buğday satıldı ise, gidip prim borçlarınızı tek kalemde ödüyor, emekli oluyorsunuz.

Anadolu köylerinde, bu düzenlemeden yararlanıp emekli olmayan ev hanımı neredeyse yok gibi.

Hazine gelir kalemlerinde yüzde 31 olan kamunun vergi gelirleri yüzde 41’e ulaştı.

Bir deprem felaketi sonrası, yaraların sarılması için çıkarılan Özel Tüketim Vergisi, bütçenin en önemli gelir kalemi haline geldi.

Açılım denildi, terör hortlatıldı, toplum kamplara bölündü.

Eğitim denildi, okullarımız Cehalet Üretim Merkezleri haline geldi.

İddia ediyorum, İmam-Hatip Okullarının sayısını artırmakla övünen iktidar erkinden bir tek yönetici çıkıp da desin ki, “Ben çocuğumu İmam-Hatip Lisesine kaydettirdim.Şöyle kaliteli eğitim veriliyor. Bu okullar hakkındaki görüşümü değiştireceğim. Zira  istisnasız tamamının çocukları özel okullarda eğitim görüyor.”

Buna karşılık bütün köy okullarında, okulun ve öğretmenin ışığı karartıldı.

Açılan gecekondu üniversitelerde yüksek öğretim, “Elektrik teknisyeninin elektrik mühendisi olacaklara ders verdiği” konuma geldi, getirildi.

Bilimden, kültürden ödün vermeyen ODTÜ gibi kurumlar ise iktidarın hedef tahtasına kondu. Bu kurumlardaki nitelikli bilim adamları KHK ile işlerinden edildi.

Dünyanın sayılı üniversitelerinde ders veren bilim adamlarımızın pasaportuna el konuldu.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Milletin müşterek sesi” dediği  basın bile, ‘Yandaş, Yalaka ve Muhalif medya’ olarak bölündü, parçalandı,

Peki bu iktidar döneminde gelişen hiç mi bir şey olmadı derseniz?

Fetullah Gülen gibi bir vatan haini beslendi büyütüldü, sonra karga misali dönüp kendisini besleyip büyütenlerin gözlerini oymaya çalıştı.

Devletin gayrı yasal istihbaratı en üst düzeye çıktı, çıkarıldı. Onlar gibi düşünmeyenler kasetlendi, sonra kapıkulu haline getirildi.

Yeni fetöcükler türedi, türetildi.

İskenderpaşa, Menzil, Erenköy ve isimlerini sayamayacağım onlarca yeni tarikat hakimiyet kurdu, devlet kademelerinde.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.” sözüne inat;

Çalışanı engelleyen, yorulanı küçümseyen, üreteni aşağılayan bir millet yarattılar.

Eldeyse satılacak tek bir ürün kaldı.

Din..

Şimdi Kur’an dinini bir kenara koyuyor, renkten renge sokup uydurulan din pazarlıyorlar.

Bakalım bu ticaretten ne kadar kazanacaklar.

Ülke felakete savruluyor, insanımız bunalımda, kimin umurunda?

Ulu Önderin, Gençliğe Hitabede dikkat çektiği, ‘Gaflet, Dalalet’ sürecini geride bıraktık.

İnşallah Hıyanet süreci başlamadan akıllar başa gelir ve bu gaflet uykusundan uyanırız..

Yazarın Diğer Yazıları