Selda Avcı

HAYATIN YALAN OLMUŞSA GEÇMİŞ OLSUN

Selda Avcı

Yalan, doğru olmadığı bilindiği halde, söylenmiş yanlış sözdür. Karşıdakini kandırmak amaçlı söylenmiş yanlış ifadedir.  Aldatmak ve kandırmak ile yakın anlamdadır. Yanlış ve hatadan ayrı olduğunu söylesek de, bunların yerine de kullanılagelmiştir. Kesin bir anlama sahip değildir. Kendi içinde birçok anlam barındırır.

Hayatımda hiç yalan söylemedim desem tabi ki yalan söylemiş olurum. İlla ki hepimiz ufak, tefek yalanları söylemeye mecbur kaldığımız durumlarla karşı karşıya kalabiliyoruz. Ama bunu artık alışkanlık haline getiren insanlar olmaya başladıysak işte esas tehlike o an başlıyor. Bazı insanlara bakıyorum hayatı yalan üzerine kurulmuş. Deyim yerinde ise yalan ağzına yuva yapmış. Yalan hiçbir zaman saklı kalmaz ve en kötü huylardan bir tanesidir.

  Ben bir insanın bir yalanına şahit oldu isem yüz tane doğrusunu acaba diye sorgularım. Çünkü o insanlar karşısındaki insanları kandırdım sanarak sevinmek, kendilerini öyle mutlu etmek isterler. Öyle insanların hiçbir dediğine inanmadığım gibi, inanmış gibi yaparak onların yaşamak istediği mutluluğu onlara yaşatırım. Fakat o insanların söylediği hiçbir söze inanmadığım gibi anlattıkları aslı astarı olmayan yalanları konuşurken ki halleri çok komiğime gider.

Çift karakterli, kişiliği bozuk insanlarda yalan daha çok görülüyor. Aslında olmasını istediği şeyleri sanki öyle olmuş gibi anlatarak karşısındaki insanı bir şeyden anlamaz sanıyorlar. Bence böyle insanların bir an evvel tedaviye ihtiyaçları var, acilen tedavi olmalılar diye düşünüyorum. Çünkü yalan bağımlılık yapan kötü bir hastalıktır.Şimdi yalan üzerine yazılmış güzel bir hikâye ile yalanın ve yalancı insanların hazin sonunu gelin hep birlikte okuyalım.

Vaktiyle büyük bir şehirde çok zengin bir aile vardı. Bu ailenin Recep adında bir çocukları vardı. Bu çocuk henüz yedi yaşındaydı ve ilkokulun birinci sınıfına gidiyordu. Recep’in Bülent adında bir arkadaşı vardı. Bülent, orta halli bir ailenin tek evladıdır. Bu iki arkadaş, ilkokulu, ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi beraber bitirdiler. Her ikisi de büyümüş ve yakışıklı birer delikanlı olmuşlardı.Bülent bir inşaat şirketinde mühendis olarak çalışmaya başladı.

Recep ise bir inşaat şirketi kurdu ve büyük bir taahhüt işi aldı. Bu iş büyük bir otel inşaatı idi. İnşaatı yaptıranlar; ölen babasının zengin ve doğru sözlü olduğunu bildikleri için, hiç mukavele yapmaya lüzum görmeden işi ona verdiler. Yalnız bir sözlü anlaşma yaptılar. Bu sözlü anlaşmaya göre; Bina en iyi malzeme ile yapılacak. Sağlam ve güzel olması için hiçbir şey esirgenmeyecekti ve bir yıl sonra teslim edilecekti. Recep bunları kabul etti ve binanın, istedikleri gibi olacağına söz verdi.

İnşaat iki yıl sonra bitti. Dışarıdan güzel gözüküyordu; fakat gerçekte en fena malzeme ile yapılmıştı. Binayı yaptıranlar bunu fark etmediler. Binanın yapılışından üç dört ay sonra binanın bazı yerlerinde çatlaklar görülmeye başladı ve nihayet bina çöktü. Recep’in yalan söylediği ve sözünü tutmadığı böylece meydana çıktı. Binanın sahipleri Recep’i dava ettiler. Recep yalan söylediği meydana çıktığından davayı kaybetti. Parasız kaldı ve sefil oldu.

Bülent ise, çalıştığı şirkette gittikçe derecesi yükseldi ve şirkete ortak oldu. Yaptığı işlerde doğruluğu sayesinde tanındı ve zengin oldu. Bir gün, eve dönerken, yolda bir dilenci gördü ve para vermek istedi ve vermek üzere eğildi. Dilenci ile gözgöze gelince, dilenciyi tanır gibi oldu ve Recep olduğunu anladı.

Sordu:— Ne arıyorsun burada?Recep ağlayarak başından geçenleri anlattı. Bülent onu evine götürmek istedi. Fakat Recep gelmedi ve koşar adımlarla Bülent’in yanından uzaklaştı. Bülent, şaşırmış ve dona kalmıştı. Üzgün, üzgün evine döndü. Bir kaç gün sonra gazeteler, bir parkta bir dilencinin ölü olarak bulunduğunu yazıyorlardı. Bülent bunun kim olduğunu anladı ve o an yalan yüzünden arkadaşının ne kadar sefil olduğunu ve ne hale geldiğini düşünerek gözleri yaşardı.

Yazarın Diğer Yazıları