Ahmet ZORLU

YILDÖNÜMÜ

Ahmet ZORLU

Yaşanmışı yaşanmadan önlemek devletlerin başlıca sorumluluğudur.

Bunun için planlama kurumları vardır, istihbarat örgütleri vardır.

Genel istek üzerine, 16 Temmuz 2018’de yazdığım bir yazıyı aynen buraya alıyor ve geldiğimiz noktayı takdirlerinize sunuyorum.

Hiç ders almış bir halimiz var mı?;

. . . . . . . .
Fetullah Gülen denen Emperyalizm ve Siyonizm uşağı, emrine girdiği İsrail ve ABD İstihbaratlarının, geri kalmış ülkelerdeki operasyonlarına adam yetiştirmiş yıllarca.
Ülkesinde uygulayacağı ihanet senaryosu için adam yetiştirmek amacıyla okullar, dershaneler kurmuş, Devletin sınav sistemini ele geçirip, adamlarını, adamlarının adamlarını devletin kilit noktalarına, beynini yıkadığı gençleri üniversitelerin en iyi fakültelerine yerleştirmiş, onlardan hakim yapmış, savcı yapmış, vali yapmış, kaymakam yapmış, general yapmış.
Devletin kilit noktalarına yerleştirdiği adamları kullanarak, yurtsever, Atatürkçü generalleri, gazetecileri, yazarları, bürokratları, ‘Balyoz ve Ergenekon’ torbasına doldurtarak içeri tıktırmış, devletin mahremine girerek ‘Kozmik Oda’ bilgilerini haraç-mezat uluslar arası istihbarat örgütlerine pazarlamış.
Mit’e bile operasyon düzenlemeye kalkmış.
İster istemez insanın aklına geliyor, “Bu adam bu kadar pervasızca operasyonlara imza atarken, devlet denilen aygıt neredeydi? Neden istihbarat raporlar hazırlamadı, neden satın alınmamış, beyni yıkanmamış savcılar harekete geçmedi, neden bu adamın adamları cana kıyana kadar yaptıklarına seyirci kalındı. Neden ihanet kalkışmasına giden yolun kaldırım taşlarını döşeyenler hala aramızda anlı şanlı isimler olarak dolaşıyor. Bu işin siyasi ayağına neden dokunulmadı, dokunulmuyor?”
Adnan Oktar denen bir ahlaksız, yasaların suç saydığı her haltı yemiş. Çocuk yaşta kızları fuhuşa sürüklemiş, devletin mahrem bilgilerini (nereden temin ettiyse), İsrail’e satmış. Dinsel motifleri kullanarak sahibi olduğu TV Kanalında oturak alemleri düzenleyerek, mutedil dindarların tepkisini, uyanık dincilerin sempatisini üzerine toplamış, kendisinin mehdi olduğunu empoze etmeye çalışmış, takma adla yazdığı kitaplar okullara kaynak kitap olarak tavsiye edilmiş, Türkiye Büyük millet meclisi Kütüphanesinin en ayrıcalıklı yerine 171 adet kitabı yerleştirilmiş ve birden bire gece yarısı operasyonu.
Sormazlar mı adama, ‘Kardeşim şimdiye kadar neredeydiniz?’ diye.
Adıyaman da bir köy..
Türkiye’nin her yerinden sabah otobüslere doluşan dar gelirli insanlar, azık çıkınları ile bu köye gidiyor.
Adam ördürdüğü ve kolları olan bir bez parçasının uçundan tutuyor, kolları camide biriken insanlara uzatılıyor, hepsi ipe sımsıkı yapışıyor ve sözde ‘Şeyh efendiden el almış olduklarına inanıyor, cenneti garantilemenin cinneti ile evlerine mutlu şekilde dönüyorlar. Öte yandan bu ipi tutan zihniyet devlette örgütlenmesini sürdürüyor. Devletin en kritik makamı sağlık bakanlığını ele geçirmiş, sağlık bakanlığı ambülans uçaklarına isim yazdırmış, ticaretin en alasını yapıyor, fakirin umudu Adıyaman’ın menzilinde şirketleşmeye, holdingleşmeye, devlette yapılanmaya doğru pupa yelken gidiyor.
Maalesef bütün bunlar Devlet Aygıtının bilgisi dahilinde gerçekleşiyor.
Doğu ve Güneydoğu da Devlet otoritesini tanımayan kahır ekseriyet, elektrik parası ödemediği gibi, tükettikleri elektriğin kişi başına düşen oranı, sanayileşmiş illerden daha yüksek.
Dicle EDAŞ tarafından dağıtım hizmeti verilen iller arasında oransal olarak en fazla kayıp kaçak elektrik kullanımı yüzde 86,1 ile Mardin. Bu kenti yüzde 80,4 ile Şırnak, yüzde 75,3 ile Şanlıurfa, yüzde 72,6 ile Diyarbakır, yüzde 67,6 ile Batman ve yüzde 40,64 ile Siirt izliyor.
Peki devlet bilmiyor mu bu kaçak elektrik kullananların kim olduklarını.
Mardindeki, Şanlıurfadaki hırsızın tükettiği elektriğin parasını benim sırtıma yükleyeceğine, “Her il tüketilen kaçak elektriğin parasını kendi ödeyecek” diye bir düzenleme yapsın da görün. Nasıl ihbar yağıyor kaçak elektrik tüketimi ile ilgili.
Yani demek istiyorum ki, ciddi devletlerde önce suç oluşturulup sonra, ülkeye zarar vermesi beklenmez.
Suç odakları daha küçükken ortadan kaldırılır, devlete kafa tutacak kadar büyümeleri beklenmez.
Dün 15 Temmuz’du.
1990’lı yıllarda, 2000’li yılların başında devlet mekanizması, Fetullah Gülen İhanet Şebekesi için harekete geçtiğinde siyaset kurumunca önü kesilmeseydi, 15 Temmuz olur muydu?
15 Temmuz’dan ders alınsaydı, bu gün Müslüm Gündüzler, Cübbeli Hocalar, Menzilciler ortalıkta cirit atıp millete aba altından sopa gösterebilir, devlet kademelerinde Fetö’nün boşalttığı yerlere yerleşme çabasına girerler miydi?
Siyaset kurumu milletvekili listelerini yaparken, uydurulan bir dini Pazar tezgahına koyup bundan paralar kazanan oluşumlara kontenjan ayırmaktan, devlet kurumu da ‘Bunları yargının huzuruna çıkarırsak siyaset kurumu ne der” ikileminden vazgeçilmediği sürece, bize daha çok din bezirganının doğum gününü ‘Kutlu Doğum’ diye kutlatırlar.
Ya da daha çok 15 Temmuz İhanet Kalkışmasına benzer olaylara tanık olur bu güzelim topraklar. 16/7/2018

Yazarın Diğer Yazıları