Cafer ZENGİN

İNANILACAK GİBİ DEĞİL, VATANDAŞ BUNU DA YAPTI?

Cafer ZENGİN

Bende isterdim doğayı, kuşları yazmayı…

Çiçekleri, böcekleri anlatmayı…

Başkanları övmeyi, siyasileri yere göğe sığdıramamayı…

İlk krizde emekçileri yarı yolda bırakanları, kaderlerine terk edenleri, ama gününü gün edenleri…

Yediklerinden, içtiklerinden kısmayanların şatafatlı yaşamlarını…

Vatandaş üç kuruşa muhtaçken, ‘Lüks yaşıyoruz, bu yüzden korona bizi fena vurdu, para lazım” diye ağlayan şarkıcıları, onlar için seferber olanları!

Mallıların, mülklülerin kısa çalışma ödeneği konusundaki başarısını!

Alacağına gelince kurt, vereceğine gelince kuzu kuzu tüyenleri, kendilerini bağa, bostana, doğaya atanları…

İnanın ki çok isterdim, kebap hayatı yazmayı, sizlere anlatmayı.

Hem iyi de yazardım…

Patika yollardan köye girer, rüzgarın esintisiyle sizlere seslenirdim.

Yavaş adımlarla içime çektiğim havanın nasıl yüreğimi kıpır kıpır yaptığını özetlerdim.

Eski evlerin önünden geçerken, tarihin benimle birlikte yol aldığını söylerdim.

Bağda organik yaşarken, şehir hayatının nasıl yüzümü kırıştırdığından, yüzümü gerdiğinden, siyah noktalarımı nasıl arttırdığından yana şikayetlenirdim, dertlenirdim!

Şehrin stresli hayatının nasıl beni yıprattığını, doğada kendimi bulduğumu, bedenimi nasıl güneşe tutup, şeffaflaştırdığımı, kullandığım 7 faktör nemlendiricinin en iyi marka olduğunu ve süper kahvaltı için geri sayımın başladığını inanın ki iyi anlatırdım.

Her şey yolunda, tıkırında…

Kim diyor, sorun var?

‘Sorun yok kardeşim, dış güçlerin oyunu’ diyerek umut ticareti yapmayı, korkutmayı…

Hem niye dertsiz başıma dert alayım ki?

Bu harikalar ülkesindeyiz masalı rantlı ve daha janjanlı!

Ya diğer yol…

Çile, dert, keder…

Hep kaybedenler arasındasın birader!

Atı alan Üsküdar’a giderken sen sür eşeği Bor’a grubundasın.

O vakit bu ısrar niye?

Niye mi?

Söyleyeyim…

Sen bu ülkede, bu şehirde gerçekleri de öğren diye.

Her şey anlatıldığı gibi değil, gör diye.

Örneğin ekonomide öyle büyük ivme yok.

Dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında değiliz.

Kuru soğan edebiyatı dönemindeyiz.

Mefâilün feilâtün… kaynamayan tencere ölçüsündeyiz.

Aruzumuzu da boyumuzun ölçüsünü de alan söylem edebiyatının divanındayız.

Nerden mi biliyorum?

Memleketten bir haber geldi.

‘Kara haber’ ya tez yayılıverdi.

Haber aynen şöyleydi: Kuyumcu Bülent Dalyan: Maddi durumu elverişli olmayan kişiler 'elleri boş kalmasın' diyerek gelin ve damada sahte altın takıyor. Tabi çiftlerin bunu ilk bakışta anlaması çok zor. Firmamıza geldiklerinde takılan altının sahte olduğu ortaya çıkıyor. İşte iyi denen ekonominin çarşı-pazardaki hali.

Vatandaşı getirdiği, soktuğu durumun özeti.

Suç kimde?

Altın alamadığı için “sahtecilik” yapan vatandaşta mı?

Yoksa vatandaşı altın alıp düğünde yakınına, komşusuna takamayacak hale getiren bu düzende mi?

Sahi, suç kimde?

Haklısın kardeşim, suç bende yine…

Ben yazmasam sen nerden bileceksin ki?

Rahatını bozdum, uykunu kaçırdım, ama bil ki seni anlatmak için, halini duyurmak için yolumu bozmadım!

Unutulmaya yüz tutmuş, Gazeteciliği ısrarla yaptım ve hep yaşatmaya çalıştım...

Yazarın Diğer Yazıları