Serap Şule Kalın

LALE' YE KULUM, GÜL'ÜN YOLUNDAYIM…

Serap Şule Kalın

Dostla düşmanla olan tüm muhatablığımızın ölçüsü, Lâle ‘ye olan kulluğumuz, Gül’ü dikensiz sevişimiz, ona şeksiz şüphesiz biât edişimiz ve bu durumlardan yansıyan gerçeklik oranındadır.Hukuk; hukuk bilmeyenlerin diyarında en olmaz evresini geçirirken, hukuku hukuksuzların diyarında mutasyona uğramışlarla da olan hukukumuz nan ve tuz hesabını bilişimizdendir. Su içtiğimiz çeşmeye çamur atmamak karakterimizin en eşsiz parçası olsa da, içmemeye yemin etmemiz de karakterimizin onlar tarafından erozyona uğramış düşüncelerinden geriye kalan gerçektir.
Yıllardır anlattıklarımız yalnız bizim yıllar boyu imanımızın tazelenmesine vesile olmuş da biz bilmez sanmışız karakterimiz. Ama bilmiş, ama anlamış, ama bir sahiplenme edasıyla algılamış tüm olanları. Çelik gibi bir irade sunmuş yıllar sonra irin,küfür, küfran-ı nimet ve sahtelik dolu gecelerde. Geceler bizim kurtuluşumuzdu bir zamanlar, bir zamanlar sahtelikten ve yalandan kaçışımızdı. Her şeyi kapkara bir yorganla kapasa da , biz görürdük ondaki yalınlığı ,gerçekliği ve aklığı. Aklığının gündüzü kıskandıran bir oluşum, bir var oluş olduğunu da anlatırdık zarafetimizle nakış nakış işlediğimiz kelâmlarımızda. Biz lafı direk söyleyenlerden değildik, üzgünlüğün, kırgınlığın ve dil yarasının ne olduğunu en iyi bilenlerdendik. Direk bakmazdık baktığımızın yüzüne, lafımızı şamar gibi çarpmazdık yüzlerine beşerin, imalarla süslerdik lakin herkes bilmezdi er kişi niyetine yiğitlik yaptığımızı. Yaptığımız beşerin kırılmaması adınaydı. Bir derdik , susardık. İkincisini derdik, susardık. Anlamazsa anlattırırdık bir kez daha. Daha da anlamazsa sen baştan kaybettin dercesine yolları en olmaz zamanlarda ayırırdık .Kutbiyyet değildi (haşa) yapmaya çalıştığımız, Lâle’den yansıyan en güzel sıfatları derlemekti beşere karşı…
Ağlardık en olmaz zamanlarda. Aniden gözlerimiz dolardı acele koşuşlarda. Ani bir hareketle susardık, ani bir gözyaşı seliyle acılara gömülürdük. Kim bilir bazı dostlara göre çoktuk bu dünyaya. Kim bilir kimi düşmanlara göre de yok olmalıydık yokluk ve varlık arasında ikilem yaşayan çevrelerde. Kimilerine göre de ne vardık, ne yoktuk. Varlığımız adımızdan ibaretti. Seraplar görenlerin diyarında bir göz yanılması idik, Şûleleri önüne katıp, uzaklara, çok uzaklara, ezele gitmek isteyenlerin önünde bir deniz feneri gibiydik, ışık huzmesiydik görmek isteyenler nazarında, alevdik, yalındık yalanlar karşısında. Şûlesiz keskin fenerler görmek istemezdi kimileri, Seraplar ise hayal dünyasının bekçilerinin zırhıydı. Garipti işte. Adımızı koyanlar bilip de koymuş dedirtecek kadar gerçekti adımızdan ibaret olan varlığımız. Ama biz evlâd-ı fatihan bilincinde, adımızı aldığımız celadet timsali Yavuz Sultan Selim indinde, Yavuz’u zırh ve rehber kıldık davranışlarımıza. Cesurduk,çetindik,güçlüydük, varlığımız, vazgeçilmez oldu yokluklara. Her zaman yoklarımız yerine, var olanlara, sahip olduklarımıza şükreden karakterimiz varlıkta yokluğu, yoklukta varlığı anlamıştı. Hüsn-ü huluğumuz buydu.

Oysa ki varlık ve yokluk arasındaki tek çizgimiz, kimse bilmese de; Lâle’ye olan kulluğumuzdan, Gül’e biatimizden ve onun yolundan şüpheye ,yeise düşmeden asla ayrılmayışımızdan okunuyordu. Barkodumuz hep dediğimiz imanımızdı, sevdamız hep dediğimiz davamızdı. Dava; dava diyenlerin diyarından okunur gözükse de, okuduğumuz yüreğinin her bir köşesi, Lâle adı duyunca titreyenlerin ve Gül ‘ün anlattıklarını müdafaa için ömür tüketenlerin ömürleriydi. Türk denince güm güm çarpan sinelerden yana el kaldırır, Lâle deyince korkan, kendine gelenlerden yana gözyaşı dökerdik.
Fil dişi kulelerden ahkam kesip, aşağıya bakarken “onlar da kimmiş” diyen yürekleri çoktan çarmıha gerdi bu yürek. Çoktan doldu miadı büyük bir hevesle tarihe yazdığımız kimliklerin. Bizi bilmezler, bu gerçeklikte kendini ve haddini bilmeyenler deyin hele; Lâle’ye kulluğunuz ve imanınız, Gül’e biatiniz ve sevdanız nerede kaldı? Hîle-i bâtıla mıdır yeni buyruğunuz zamana karşı? Hakikat hilkattir!… Hilkatin, sebeb-i hikmeti imtihandır. Bizimkisi naçizane hillet, kabul görse de , görmese de. Himmetiniz dağları yerinden söker biliriz, kişinin kıymeti de himmeti dengindedir. Hizip ise bu söylediklerimiz, hizibimiz mübarek olsun… Hudu yaka rozetimizdi lâkin laf ,dil yarası olduysa artık bilen dediğimiz hiçbir şey bilmeyenler nazarında, hûyela bayrağını çektik göndere, tevazu dünde kalsın!…
Birkaç laf ve “ Kün ” emrini beklemek bundan ötesi;
İşte Gül ve Lâle , şimdi tam mevsimi…
Beşinci mevsimler bitti.
Gül Peygambere, Lâle Allah’a açılır…

Yazarın Diğer Yazıları