Nurkal Kumsuz

YAŞ SINIRI

Nurkal Kumsuz

Sosyal hayatın bünyesindeki derin değişmeler karşısında insanın problemleri, uyum süreçleri, davranış kalıpları, ortak özellikleri yaş sınırına çekilerek haksız yere meşrulaştırılır. İnsanlığın aldığı yolda herkesin yaşına uygun bir rolü vardır ve günlük yaşayışında bunun gereğini yapar. Yıllara yayılmış süreçte şahsi özellikler ile yaş farkı, toplumun bir yön kazanmasında bambaşka bir boyuttur. Çünkü herkes hayata nereden tutunursa gelişmeye başlar. Fakat kısa bir zaman dilimiyle sınırlanarak bölünen insan hayatının belirli göstergelerinin dışında kullanmasıyla düzeltilmesi imkânsız hatalara zemin hazırlamaktadır.

Çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık gibi dönemler kendine has güzellikler içerir.

Belirli sürelerde okumak, çalışmak, emekli olmak, bir yerde yaşamak; belirli yaşlarda sosyal ve fiziki aktivitelerini yerine getirebilmek; nesiller arasındaki farkı görebilmek gibi tabii yapılar genel kabule uyan gerçeklerden. Bu gerçeklerden hareketle kalıplaşmış zinciri de. Mecazi bir anlam kazanarak her şeyin belli bir yaş sınırı içinde yapılması şartı konur.

Yaş sınırının belirsizliğine rağmen, yaşanmayı bekleyen güzellikler bazı insanlara

layık görülmez.Belirli kalıplara uymak zorunda. Mesela; küçük büyüyünce yapacak, büyük de zamanında yapmalıydı gibi sınırlamalar getirir. Özellikle yaş ilerleyince geride kalanlar aranır. Bulunan en önemli eksiklik de yaşının geçmiş olmasıdır.

İşe yaramaz bir varlıkmış gibi toplumun dışına itilerek soyut bir ortama taşına

ilerlemiş yaşın eleştirisi genellikle deyimlerimize ve ata sözlerimize de şöyle geçmiştir:

“Almış satmış çekmeceyi kapatmış, kırkından sonra saz çalmak, saçına başına

bakmadan, sakalı değirmende ağartmak, sakalım yok ki sözüm dinlensin, üç otuzluk, dokuzun da ne ise doksanında da odur, kırkından sonra azanı teneşir paklar, kırk yaşındaki eşek iki yaşındaki ata arpa taşır, kırk yıllık Kâni olur mu Yâni, kırk kırk derken elliyi boyladı, yaşı ne başı ne, yaşını başını almış, yaşlı başlı, yediden yetmişe kadar, insan yedisinde ne ise yetmişinde de odur...”

Edebiyatımızda da doğru ya da yanlış yaş sınırı had safhadadır. “Yaş otuz beş ! yolun

 yarısı eder.” diye ömre sınır çizen Cahit Sıtkı Tarancı, “Otuz Beş Yaş” şiiri ile ilerleyen yaşın getirdiği değişikliklerden huzursuzluk duyduğunu belirtir. Yaşanmışlıkların geride kalan izleri ve bir daha bazı şeyleri yaşayamama gerçeği insanı elbette etkiler. Hayatın bütününe aynı oranda ayak uyduramayacağına göre, yaşananlar yaşanacaklara gölge düşürmemeli.

Mehmet Âkif, “Yaş Atmış” şiirinde yaşlanan insana toplumun bakış açısını onu can

evinden yaralayan bir serzenişle anlatır:

“Huda razı değil, halk istemez, hilkat ‘ gebersin!’ der;

Şu benden hoşlanan kim? Yoksa, haşa, ben mi hoşnudum?

Hayatımdan inerken, bir bir, altmış perde karşımda,

Utanmak bilmedim kendimden olsun, esnedim durdum!

O inmiş perdeler tekrar açılsın, aynıdır te’sir;

Bu hayvanlıkla artık bende insandan mı ma’dudum?”

Yetişen insanla biçimlenen toplumlarda insanı yaş sınırına hapsetmek yerine, ortak

tavırları doğru oluşturarak her yaşın imkanından yararlanmasını bilirler. Toplum hayatının hızla değiştiği günümüzde yıpranmaları, bölünmeleri, sıkıntıları birbirini besleyen değerlerle kolayca aşarlar. Bundan dolayı bizde gücünün doruğunda faydalı olacak her yaştaki insanın kazandıracaklarına daha çok ihtiyaç duyulmaktadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları