
SÖZ VE KİŞİLİK
Nurkal Kumsuz
Eskiler; “Üslub-u beyan, ayniyle insandır” diyerek, dilin varlığındaki söz kudreti ile toplumun yapısını oluşturan insanın kişilik özelliklerini özdeşleştirmişlerdir. Bu bakımdan insanın duygu dünyası, düşünce tarzı, hayal gücü ve yaşama biçimi keskin cümlelerde ve ölümsüz mısralarda yoğunlaşarak dilin malı olurken; geçmişle geleceği bütünleştiren her şey, bütün zamanlarda kişiliği yansıtan en önemli anahtar olmuştur.
Peygamber Efendimiz: “Sakın kötü söz söylemeyin; zirâ, gök kubbede ses kaybolmaz.” Hadîs-i Şerif’iyle sözün ahlâkî değerini belirtmiştir. Sözün güzelliğini gönüllerinde tatlandırarak, zihinlerinde yoğurarak, engin tecrübelerinin süzgecinden geçirerek olgunlaştırdıktan sonra gerçek bir kişilik özelliği olarak yansıtan sanat adamları, sözün toplum yapısıyla iç içeliğini veciz ifâdelerle vurgulamışlardır.
Yusuf Has Hacip, ideal insan tipini çizerken, sözün, o insanın temsilcisi olarak dünyaya kucak açışına işaret ederek şöyle der:
“Güzel olan sözü alır yayarlar
İyi konuşanı sever sayarlar.”
Fuzûlî de zamanın verdiği tedirginliklerle dünya ve insanlık rûh değiştirirken sözün güven vericiliğinde tesellî bulur:
“Ver söze ihya ki duttukça seni hâb-ı ecel
İde her saat seni ol uykudan bî-dâr söz.”
Nâbî’ye göre, kalıcı olmak için bir özlü söz bile yeterlidir:
“Sözde darb-ı mesel irâdına söz yok amma
Söz odur âleme senden kala bir darb-ı mesel.”
“Türkçe’nin Sultanı” Yûnûs Emre, insanın içindekini ve dışındakini gösteren sözün önemini Yûnûsça söyler:
“Bu gönüller pasını,
Yıkayıp gizlemeye,
Öyle bir söz söyle ki;
Sözün hülasasıdır.”
Hayatı zamanın akışı içinde yenileyerek sözle pekiştirmeyince; her şey, dünya kapısının dışında kalır. Bu durumda yüreğin sıcaklığına, zihnin işlekliğine rağmen dünya sınırı dar geldiğinden amansız bir fırtına başlar. Faik Âli, görmeyi bilen için bu fırtınanın sebebini şöyle açıklar:
“Hiç bir sözün ne rengi, ne ahengi var, bugün
Ben başka sözler istiyorum, başka büsbütün.”
Mevlânâ da, her günün şartlarına göre yeni şeyler söylemek gerektiğini söylemiyor muydu?
“Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
Öyleyse hayatın amacı, yaşamayı taçlandıracak “sözlerin en güzelini söylemek.” Coşkun Ertepınar’ın mısralarında olduğu gibi:
“Sevgi süzgecinden geçirmek kavun içi ufukları,
Bütün kıyıları, karaları, suları
Yumuşak ellerle okşamak.
Yer yüzünün rengine içimizden renk katmak,
Gülümsetmek, konuşturmak dağı taşı,
Sözlerin en güzelini söylemek...
Duymak, düşünmek, inanmak, yaşamak, güvenmek;
İmrendirmek yıldızları, güneşi, ayı...
İyilikler rüzgârında yıkamak,
Aklamak şu karanlık dünyayı,
Sözlerin en güzelini söylemek...”
Görüldüğü gibi, söz, kişiliğin bir göstergesidir. İyi söz, huzuru ve güveni telkin ederek rahatlatıcı olduğu gibi; kötü söz de, fert ve toplum için ağır bir yük olmaktadır. O hâlde kalbin kapısını açan ve zihnin ufkunu yansıtan sözlerle kişilik geliştirilmelidir. Böylece söz, kişiliğin teminatı olarak bütün zamanlara hükmedecektir.