
HAKLI OLMA HAKKI
Nurkal Kumsuz
“Kimseyi hor görmem, tuzaklar kurmam,
Önemsiz konular üzerinde durmam,
Çok kere bir dostum aldatır beni,
Kanmış görünürüm yüzüne vurmam.”
(Enver Tuncalp)
İnsanlığa, bütün inanış şekillerine ve evrensel bakış açısına göre; duygusuyla, düşüncesiyle, davranışlarıyla, iddiasıyla adalete uygun olmaya haklı olmak denir. Okuyan, düşünen, yazan, eleştiren, tartışan toplum için haklı olmak fertler arasında sağlam köprüler inşa etmek anlamına gelir. Ona bir şeyler ekleyerek geliştirmek de kişinin kendisine kalır. Böylece toplumu oluşturan her fert hayatının sınırlarını çizer. Kendi olarak ve kendi kalarak neyin nasıl olması gerektiğini önce bir iç yolculukta gerçekleştirir. Hayatın hangi pencereden bakması gerektiğini belirledikten sonra gönülden gönüle yol bularak yaşamaya başlar.
Her insanın, hayatı gerekli ve anlamlı hâle getirmesi için haklarına sahip çıkması gerekir. İnançlarının gereğini, millî duyarlılığını, çağdaş değerleri ve kişilik haklarını belirli çizgide koruması gerekmektedir. Ancak, gerçek leri basit ya da anlamsız görerek kuru kuruya inananların savunduklarını başkalarına da inandırmaya çalıştıkları durumda haklı olmanın bir anlamı yoktur. Düzenli ve yeterli bilgiye sahip olmadıkları için kendilerini yanlıştan kurtaramayanların hayatında olumsuzluklar temellendiğinden böyle kimselerin karşısında haklı olmak ispatlanabilir mi? İspatlansa neye yarar?
Gerçeği kabul ederek, insan ilişkilerindeki zenginliği hayata geçirmeye çalışmak başlı başına haklı olmaktır. Gerçeği değil de olayı, durumu ve insanı değerlendirmeye çalışanların karşısında herhangi bir konuda haklı çıkmaya çalışmak boşuna bir çabadır. Böyleleri dünyada sadece kendileri varmışçasına davranarak, her meseleyi ağızlarının ucunda tutarlar. Onlarla yapılan her tartışma, Ârif Nihat Asya’nın şu çarpıcı tespitindekine döner:
“-Ben...
dedim.
-Sen kim oluyorsun?
dediniz.
-Siz...
dedim.
-Bizi ağzına alma!..
dediniz.
-Onlar...
dedim.
-Onların lâfı mı olur?
dediniz.
-Tanrı şahidim olsun ki...
dedim.
-Şahitsiz ispatsız konuşamaz ki...
dediniz.
Sustum.
-Kim bilir ne fesatlık düşünüyor?.
dediniz.
Kafamı sağa sola sallayarak lâhevle çektim.
-Bize sövüyor...
dediniz.
....................... “
Değerlendirme böyle devam eder. Savaşa hazırlanır gibi haklı görünme çabası yalan, iftira, dedikodu, karalama ile kişilik zaafını yansıtarak ve kendisini herkese anlatarak kök salar. Toplumun huzurunu bozmaktan başka bir işe yaramayan bu ilişkiye zemin hazırlamamak en haklı savunmadır.
Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Kibirli adam, küçümsediği Diyojen’e: “Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem.” der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin bir tavırda şu karşılığı verir: “Ben çekilirim!” İşte sahte uyarılar ile kavgaya sebep olmak yerine, kirlenmeyecek zamana haklı olmanın damgasını vurmak...
Albert Sorel; “ Gerçekte herkesin tanıyıp saygı duyduğu bir hak yoktur. Ancak herkesin kendi benliği için ileri sürmeye her zaman hazır bulunduğu hakları vardır.” der. Bu görüşü keskin çıkışlarla sürdürmeye çalışınca, öfkenin alevi de yanlışlığın ateşini körükleyecektir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifâdesiyle şu gerçeği de unutmamak gerekid: “Haklı olmak, haklı olduğunu bilmek, bir insanı bir ordu içinde bile güçlü yapar.”
Bu güce sahip olmayanlar; çıkarları olduğu her yerde hazır bulunurlar, her şeyin kendileri için olduğunu düşünürler, öne çıkmak için hiçbir fırsadı kaçırmazlar. Yanlış, çirkin ve kötü olan her şey ile iç içe haklılıklarını ispat etmeye çalışırlar. Bunların sonucunda da yaptıklarının ve söylediklerinin altında ezilmeleri yanlarına kâr kalır. Peyami Safa, lokantada otururken masasına patavatsız bir adam gelmiş. Övgüden eleştiriye kadar pekçok konuda herkesi sıkmış. Peyami Safa adamı masayı terke davet edince; adam, hatasını anlayarak; “Haklısınız, hakettim” demiş. Adam gidince Peyami Safa üzülmüş. Yanındakiler: “Üstad, niçin üzülüyorsunuz, siz haklısınız” demişler. Peyami Safa, içini çekerek şu karşılığı vermiş “Evet haklıyım, amma bu kadar haklı olmaya hakkım var mı?” Peyami Safa’nın duyarlılığı “haklı olma hakkı”na rağmen yapılması gereken için alternatifli güzel bir uyarı değil mi?
Günlük hayatın içindeki küçük anlaşmazlıklar, bilen bilmeyen herkes tarafından değerlendirilerek büyütülür. Gerçeği bulandıran değerlendirmeler ya da haklılık adına bilir kişi kimliğine bürünerek taraf tutanlar meseleyi çözümsüzlüğe iter. Mevlânâ, bir yere giderken iki kişinin ağız kavgasına kulak kabartmış. Biri diğerine çıkışarak şöyle bağırmış: “Bana mı söyledin? Eğer bana söylüyorsan, küfrün banaysa; sana bin katı küfrederim.” Mevlânâ araya girerek demiş ki: “Eğer ille de küfredecekseniz ve böylece rahatlayacaksanız bana küfredin. Ben size karşılık da vermem.” Bu olgunluk karşısında ikisinin de öfkesi yatışmış ve birbirlerinden özür dilemişler.
Dr. Richard Carlson, “Ufak Şeyleri Dert Etmeyin” kitabında; insanı huzursuz eden, hayatı çekilmez yapan sıkıntılardan birinin “haklı olmak” hırsı olduğunu söyler. Çünkü “Haklı olmak ve iddialarımızı savunmak hem muazzam miktarda zihinsel enerji tüketir hem de yaşantımızdaki insanlarla aramızda mesafe yaratır. Haklı çıkma ihtiyacı, ya da, başkasının hatalı olduğunu kanıtlama arzusu, çevremizdeki insanları sürekli savunmada olmaya yönelteceği gibi, bizi de baskı altında tutar.” Ona göre mutlu olmak için haklı çıkmaya çalışmak yerine başkalarının haklı olduğunu kabullenerek mutluluğun yolu açılmalıdır. Yazar, “Sevgi elini önce siz uzatın” tavsiyesinde bulunarak şöyle der: “Bırakın, başkaları haklı oluversin. Bu sizin haksız olduğunuz anlamına gelmez. Her şey yoluna girecektir. Siz işin ucunu bırakmanın huzurunu ve haklı olmayı başkalarına bırakmanın keyfini yaşayacaksınız. Elinizi uzatıp, haklılığı başkalarına bıraktığınız zaman onlar da size karşı daha az savungan ve daha çok sevecen olurlar. Çoğu kez onlar da size el uzatırlar. Ama eğer bu gerçekleşmezse, hiç dert etmeyin. Daha çok sevgi olan bir dünya yaratmak için size düşeni yapmanın huzuru yeter.”
Kendimizi başkasının yerine koyarak; onun duygularını, düşüncelerini, heyecanlarını, acılarını ve mutluluklarını paylaşarak haklılığımızı doğrular ve hakkı kime aitse teslim ederiz. Dolayısıyla haklı olmak; göz dağı vermeden, muhatabını yanılgının altında ezmeden, sözde ve davranışta acıtan bir yara açmadan yürekleri buluşturmak ile mümkündür.