Nurkal Kumsuz

ESKİ MAHALLE VE KÖY

Nurkal Kumsuz

Mahalle; bir şehrin, ilçenin veya köyün cadde ve sokak sınırlarıyla kesildiği yerleşim bölümleridir. Okulu, camisi, bakkalı, manavı, fırını, kasabı; çocukları, gençleri, kadınları, yaşlıları, zengini, fakiri; komşuluğu, arkadaşlığı gibi mahalleyi temsil eden çok şey bir arada bulunur ve sosyal hayatın sıcak ortamda geçmesi sağlanırdı.

            Hayatla iç içe olmanın değişmeyen mekânı mahallede evler de insanları gibi sırt sırta ya da yüz yüzeydi. Sabahın ilk ışıklarıyla önce evler selâmlaşırdı. Sonra sokağa taşan kalabalık yürek yüreğe işine, okuluna giderdi. Geride kalanlar ise yakın uzak fark etmez, birbirini tamamlardı. Pencereden taşan konuşmalar, kapı önlerinde lâflayanlar, sokak aralarında oynayan çocuklar, sokak ile evin içini âdeta birleştirirdi.

            Akşamın hareketliliği huzur akşamını getirir; gece, günün yorgunluğunu alacak güzellikte yaşanırdı. Yazı, kışı; gecesi, gündüzü; tatili, bayramı samimiyetin harmanlanmasında her anıyla yoğunluk kaynağıydı.

            Can cana bakanlar, birbirinin eksiğini tamamlardı. Sevinçleri, üzüntüleri, dertleri birdi. Herkes doğana, ölene, gidene, gelene şahitlik yapardı. Her bakış bir sevgiye çağırır, her söz bir hâtırayı canlandırır, uzatılan her el gönül gönüle yürümenin teminatı olurdu. Ayrı evlerde oturan aile fertleri gibiydi bütün mahalleli.

            Bugün, mahalleler; semt, site, uydu kent, banliyö gibi soğuk isimlerle çehre değiştirdi. Sokaklar, caddelere ve meydanlara dönüştü. Sıcak evlerin yerini büyük, yeni ve rahat; fakat, kişiliksiz binalara bıraktı. Binaların yan cephelerini saran reklâmlar, ucuz zevklerin ürünü. Binaların arasında kalan boşluklarda sanki hayaletler dolaşıyor. Kimse de etrafındakileri garipsemiyor.

            Benliğini yitiren mahallede; emlâk işlerine bakan bakkal, sigara bulunduran kitapçı, oyuncak satan eczane, dürüm yapan pastahane, her türlü tamir işlerine bakan ustalar, çocukları ve gençleri rehin alan internet kafeler... Huzurun katili.

            Aynı çatı altında yaşayanlar kalabalıkta yabancılaştı. Yalnızlık, herkesi çıkmaza götürüyor. Yüz yüze bakmayanlar bıkkın ve tedirgin. Hayatın yorgunluğu ve umutsuzluğu çökmüş içlerine. Gidene, gelene bakan yok. Doğan, ölen kimsenin umurunda değil. Tek başına oturulan zengin sofralardan aç kalkılıyor.

            Herkesin kolunun her tarafa uzanabilmesine rağmen, yürekler buluşmadığı için sebepsiz yok oluşlar hız kazandı. Ne tarafa dönsek yolumuzu sevgisizlik kesiyor. Altından kalkamayacağımız faturalar, her gün kabarıyor.

            Güzel sokaklar, evler, insanlar ve zamanlar hep eski mahallelerde kaldı. Yok ettiğimiz eski mahallelerin enkazında rûhumuz kaldı. Kendimizi kaybedişimiz bu yüzden.

 

            Ve köylerimiz vardı…

 

            Âlemin teknolojiyle istilâ edilmediği ve insanlığın bayağılıkla kirlenmediği zamanlarda köylerimiz vardı. Memleketin bir ucundan diğer ucuna kadar tek başına ayakta durmaya çalışan birbirinden uzak köylerimiz... Ve orada hayatı nasıl anlıyorsa öyle yaşayan, her şeyi özünden kavrayarak yaptıklarıyla yetinmeyen köylüler vardı.

            Taş, kerpiç ve ahşap karışımı evler tanıdıktı. Sırt sırta veren evler, içinde yaşayanlar gibi dosttu. Köyün tabiî ortamında önce insan olduklarını hissederlerdi. Ahırı, ağılı, tarlası, bostanı, harmanı, fırını hayatın sıkıştığı dar alan aynı zamanda adam olmayı öğrenme mekânıydı. Dağı, ormanı, ırmağı, çiçeği, kuşu insana sırdaştı. Koyunun, buzağının, eniğin, sıpanın, civcivin, fidanın adı vardı herkesçe bilinen...

            Nice yokluğun içinde varlıklıydılar. Sahip olduklarının sahibi olmayı bildikleri için darboğazda sefaleti yaşamazlardı. Asıl kimliklerini buldukları toprağın rengini yansıtan yüzlerinde güneş ışıklı gözleri parlardı. Dudaklarında ilkbahar tebessümü hiç kaybolmazdı.

            Mevsimlerin dışında kendi iklimini yansıtan bir insan sıcaklığı vardı köyün havasında. Çocuklar cıvıl cıvıl, gençler umutlu, yaşlılar huzurluydu. Aradığını içinde ve çevresinde bulan herkes, belirsiz geleceğe sağlıklı adımlar atardı.

            Hayat önce gönüllerde başladığı için sevmek karşılıksızdı. Kimse alacak hesabı yapmadığı için sevgi eksilmezdi.

            Yaşananların kendine has anlamı vardı. Ne anlatan bıkardı ne de dinleyen. Söz tükenmezdi hiç. Herkes bir söz eriydi. Söylenenlerin sadece kulağa kadar ulaştığı görülmüş, duyulmuş değildi. Asîl tavırlarla gelişirdi her şey.

            Sonra şehir hayatında olduğu gibi yüz yüze iletişim bozuldu. Küçük bir mesele kavga için yeterli oldu. Ve her şey değerini yitirdi.

            Masal havasındaki köylerimiz mâziye karıştı artık.

Yazarın Diğer Yazıları