Kayseri Lisesi’ndeki ilk günümü hiç unutmadım, unutamam.
Daha ilk derste kapıyı açtığım gibi kendimi kara tahtaya yapışmış buldum.
Tam gün eğitim yapılıyordu ve öğleden önce derslerimiz boş geçmiş, öğleden sonra eğitimin 14.30’da başlayacağı anons edilmişti.
Paşa Dayı’dan alınan turşu suyu ve kete ile öğle yemeğini aradan çıkartıp, biraz dolaştıktan sonra okula geldiğimde dersin başlamasına tam 50 dakika vardı, daha doğrusu ben öyle biliyordum.
Kapıyı açar açmaz Tarih Öğretmeni Merhum Mustafa Pala’nın yakama yapışan elleri arasında kendimi kara tahtaya yapışmış buldum.
Kolunda nöbetçi öğretmen kolluğu ile gençliğinde aldığı eğitiminden örnekler sunarak, sol kroşe nedir bana öğretecekken, kapı bir kez daha açıldı.
Kapının her açıldığında birkaç öğrenci daha tahtaya yapışıyordu.
Sonra sıra kroşe eğitimine gelmişti ki, sıranın bana gelmesine birkaç öğrenci kala, Okul Müdürü merhum Mehmet Bediz ile Baş Müdür Yardımcısı merhum Genç Osman Mart kapıyı aralayıp, anonssun yanlış yapıldığı belirterek, hatanın biz öğrencilerden kaynaklanmadığını söylediklerinde, sol kroşe ile tanışmam ileri bir tarihe ertelenmiş oldu.
Mustafa Pala’nın yanıtı ise son derece anlamlıydı, “Biz de çocuklarla tanışıyorduk”
Ve ileriki bir zamanda o sol kroşe ile ben de tanıştım.
Hayatımıza, “Benim memurum işini bilir” anlayışı hakim olmuş, Taş Mektebin eski görkemli günlerinden eser kalmamıştı.
O günler, öğrencilerin 90 kişilik sınıflarda eğitim (!) aldığı günlerdi.
Hiç 90 kişilik sınıf olur mu demeyin.
Almanca şubesi olarak bizim sınıf mevcudumuz tam 94 kişiydi.
4 arkadaş bir sırayı paylaşıyorduk.
Ömer Ertuğrul, Atakan Taş, Fikret Kuş ve Ben Nejdet…
Ve sıraya sığmadığımız için ben amcamın askerden getirdiği bond çantanın üzerinde yazı yazıyordum.
Bir zamanlar başarılarıyla gündem olan Kayseri Lisesi, o yıllarda, farklı nedenlerle dolduruyordu yerel gazetelerin sayfalarını…
Özal’ın işini bilen memurları çoğalmıştı.
Kimi öğretmenler “Kimya dersi sınıfta öğrenilmez. Özel ders alın” diyerek, gelecekte kuracağı dershanenin temelini atıyordu.
Okul idarecileri ve çoğu öğretmenin eğitim öğretimde en çok ilgilendiği konu ise kızların diz altı beyaz çorapları, erkeklerin saçlarıydı.
Kimya dersini sınıfta öğretemeyen o öğretmene verdiğim boş sınav kağıdı ve pazar günü saç tıraşı olup pazartesi günü saçım uzun olduğu gerekçesiyle dersten atıldığımda sıfır numara kestirdiğim saçlarım hayatımın ilk protestolarıydı…
Ama tüm olumsuzluklarına rağmen Kayseri Lisesi’ni hep çok sevdim.
Öyle sevdim ki, 3 yıllık okula 4 yıl gidip 5’inci yılda ancak diplomamı alabildim.
Eğitimin saçtan, çoraptan ibaret olduğunu düşünen; ergenlik çağındaki o çocukları dayakla eğitmeye çalışan (O zamanlar öğretmen dövdüğünde aileler okulu basmaz, Milli Eğitim Müdürlüğü’ne şikayete gitmez bir de kendileri döverdi ) öğretmenlerin yanı sıra o çocukları anlayan, o çocukları geleceğe hazırlamaya çalışan öğretmenler de vardı;
Önce Kayseri Lisesi’nden sonra da aramızdan ayrılan Dursun Boztosun gibi…
Mustafa Maden gibi…
İyi bir eğitimci olan Edebiyat Öğretmenim merhum Dursun Boztosun’u liseden sonra görmedim ama Mustafa Maden hocamı birkaç kez avukatlık yaptığı ofisinde ziyaret etme şansını yakaladım, elini öptüm.
Ve bugün ölüm haberini aldım Mustafa Maden Hocamın…
Ruhu şad, mekanı cennet olsun…