Nejdet KALA

Kavga dilini biliyoruz şimdi sevginin dilini öğrenme zamanı

Nejdet KALA

Yıllar yıllar önce Can Dündar’ın “Her Batı dilinde ‘Seni seviyorum’ demeyi bilirsiniz de asırlardır birlikte yaşadığınız Kürtlerin dilinde ilan-ı aşk edebilir misiniz? ‘Ez gelek heşte dıkım’ın anlamını bilir misiniz?”  sorusunu üzerine hayrete düşmüştüm. 
“I love you”yu biliyordum, “İch liebe dich”i biliyordum, “je t'aime”i biliyordum ama “Ez gelek heşte dıkım”ı bilmiyordum. 
İngiliz’in, Alman’ın, Fransız’ın nasıl seni seviyorum dediğini biliyordum ama sokağımızın hemen girişinde oturan Hıdır Emminin, arkadaşım olan çocukları Cevdet, Vural, İsmet’in nasıl seni seviyorum dediğini bilmiyordum. 
İngilizce popüler dildi öğrenmiştim. 
Ortaokulda yabancı dilim Almancaydı öğrenmiştim. 
Yazın çalıştığım otelde beraber çalıştığım Fransa’dan gelen Ahmet’e  merak edip “seni seviyorum”un Fransızcasını sormuştum ama Cevdet’e “Seni Seviyorum” Kürtçesini hiç sormamıştım. 
Ama kavgada söylenen küfürleri biliyordum. 
Cevdet’in kavga dilini öğrenmiş ama sevgi dilini hiç merak etmemiştim. 
Ama iyi dosttuk. 
Sonra terör çıktı ortaya… 
Cevdet ile bizim aramızı açmadı ama yüzyıllardır süren kardeşliğe ağır bir darbe vurdu. 
Kavramlar birbirine girdi, düşmanlıklar körüklendi. 
Kayseri Lisesi’nde sınıf arkadaşlarımla yaptığımız tartışmalarda “Sen Kürt müsün?” sorusu sıkça çıktı karşıma… 
Düz mantık “Kürt değilsen neden Kürtlerin de dile getirdiği şeyleri dile getiriyorsun” diye düşünüyorlardı. 
Oysa ben Kayseri Lisesi’nde yıllarca beraber okuduğum Fikret’in dilinin de yaşamasını savunuyordum. 
Ama Çerkes de değildim. 
Kimi zaman arkadaşlarıma o yıllarda Bulgaristan’da Türklere karşı uygulanan zulmü hatırlatıp, insanların dillerini kültürlerini yaşatmasının gerektiğini anlatmaya çalışıyordum. 
Bulgaristan’da Türk’e Türkçenin yasaklanmasına tepki gösterenler Türkiye’de Kürt’e Kürtçenin yasaklanmasını destekliyordu. 
Bana göre ikisi de yanlıştı. 
Olayları kişilerin milliyetinden, etnik kökeninden, mezhebinden bağımsız olarak doğru ya da yanlış olarak değerlendirmek gerekiyordu. 
Farklılıklarımız bir ayrışma nedeni değil güzelliğimizdi. 
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür 
Ve bir orman gibi kardeşçesine” diyen Nazım’ın hasretiydi hasretini çektiğim.
Ve bu konuda şimdi bir adım atıldı. 
Evet, çoğu insan gibi benim de kuşkularım, endişelerim, kaygılarım var. 
Gerçek anlamda bir demokratikleşme gerçekleşmeden bir orman gibi kardeşçesine yaşamın kapılarını aralamak zor. 
Ama bir adım atıldı. 
Şimdi yapmamız gereken şey; ezberlerimizi bir kenara bırakarak ötekileştirmeden, ayrıştırmadan bin yıllık kardeşliği geleceğe taşımak olmalı. 
Bu süreç kişisel hırslara, kişisel beklentilere kurban edilmemeli.
Kavga dilini biliyoruz şimdi sevginin dilini öğrenme zamanı
 

Yazarın Diğer Yazıları