Adnan Büyükbaş

ŞAD OLURKEN BATTILAR

Adnan Büyükbaş

Yöneticileri de dahil 15- 20 civarında üyesi olduğunu sandığım bir dernek var Kayseri’de. Açılımı Kayseri Şairler Derneği olabilir. Değilse de fark etmez.

Bu derneğin yönetim kurulu arasında sevdiğim sevimli ve sempatik aynı zamanda saf gönüllü arkadaşlarım var. Derneğin başkanı olan hanımefendi ise vasat bir şair olmakla beraber iyi bir organizatör. Yazının ilerleyen bölümünde unutmazsam belki bu genç kızımızın bu husustaki mahareti hakkında da bir iki kelam ederiz.

Bahsi geçen dernek, geçenlerde merkezine Necip Fazıl’ı aldığı bir program düzenler.

Kanallar arasında dolaşırken rastladım etkinliğe. Yaşlı bir amca konuşuyordu. Ne dediği anlaşılmıyordu ama mutlaka bir şeyler söylüyordur diye kulak kabarttım. Çetin Altan’ın adı geçti..”Şöyle komunist, böyle Allahsız” gibi laflar eden ihtiyar amca Necip Fazıl’ın gündüz gazete yazısında yerin dibine geçirdiği Çetin Altan’a akşam nasıl aşkla sarıldığını anlatıyordu zevkten dört köşe olarak. Benim de bildiğim bu durum aslında Necip Fazıl’ın aleyhine değerlendirilebileceğimiz türden. Sabah yazında yerin dibine soktuğun adamı akşam kucakla ve “gel Çetinciğim!” de.  Vay be!

Hadi, biraz daha katlanalım deyip temaşaya devam ettik bu tuluat tiyatrosunu. Konuşmacılardan biri “Bizim neslimizin iki sözcüsü vardır. Biri Necip Fazıl diğeri Nazım Hikmet…” gibi bir şey söyledi. Ardından da” Ama onların değerleri  yıkıldı (veya öldü)” tarzından gaza kökledi..”Lenin öldü, Mao öldü, şu öldü, bu öldü, Nazım Hikmet öldü!”

Çay evi sohbetini andıran bu lakırdı toplantısının merkez kişisi oturduğu yerde şöyle bir yükselerek elini şairane bir şekilde uzattı. “İşte bu!” dercesine bir el sallayıştı bu. Yuh dedim, yuh!

Sen ki Yunus Emre’den Mevlana’ya; Niyazi Mısri’den Cahit Sıtkı’ya kadar pek çok şairin şiirini okuyarak ve dahi ramazanlarda (terete’de) davudi sesiyle maişetini temin eden bir şair (?) olarak bu hareketi nasıl yapabilirsin, dedim.

Ekranlardan ve sahnelerden üç ay çekilsen senin adını kim anar dedim. Nazım Hikmet, sevsen de sevmesen de Türkçe konuşuldukça, şiirden bahsedildikçe ölümsüz kalacak dedim.

– ki daha sonra “moderatörlüğe siz devam edin” diyerek mikrofonu başka bir muhterem zata veren bu arkadaşın başka bir ortamda “Türkçeyi katlediyorlar! Şuursuzlar, idraksizler!” makamından esip gürlemişliği de vardır.- Neyse uzatmayalım ve dağıtmayalım bu kasıntı ve magazin şuarasından olan; bu diksiyonundan, ezberinden ve malı iyi satmayı bilen tezgahtar cinliğinden başka şeyi olduğunu sanmadığım bu kişi, çağrıldığı her yere fiyatta anlaşırsa giden bu mikrofon ustasının o talihsiz el hareketinin gayri ihtiyari olarak zuhur ettiği iyi niyetimizi koruyarak diyelim ki bulunduğunuz ortama göre ses çıkartan zurna olarak bir yere varamazsınız. Şiirden para kazanıyorsanız  şaire hakaret edemezsiniz. Su içtiğiniz kaba tükürüyorsanız o kabı dezenfekte etmeden halka takdim edemezsiniz.

Yazının tam bu noktasında idim ki televizyona yeniden döndüm şura bura dolaşırken Kayseri kanalında programın tekrarı olduğunu gördüm. Sunucu vatandaş ve ‘GARİP’ bir adam şu minvalde laflar etti: “Cumhuriyetin ilk yıllarında Allah demek yasaktı. Ezan Türkçe okunuyordu, Kuranı Kerimler toprağa gömülüyordu.”

Hele o ‘GARİP’ adam, “anti emperyalist, anti kapitalist” derken dili mi sürçtü nedir “anti Kemalist” dedi. Toplantının, üstü örtülü ‘Türklük ve cumhuriyet’ düşmanlığı ve iktidarı dolaylı da olsa methetmek için düzenlendiği belliydi. Benim programı tekrar seyretme gerekçem yazıyı yazmama sebep olan “Nazım öldü!” cümlesini doğru olarak tespit etmekti. O cümle gelinceye kadar ben laklakayı dinlemeye katlanacağım. Siz de bu yazıyı sonuna kadar okuma zahmetine katlandıysanız o cümlenin aslını ve her kalıba giren, tarlasını yağmur yağan her yere çeken sunucu arkadaşın el hareketini tam ve doğru olarak nakledeceğim.

…Evet, ilgili yer geldi. Lafın doğrusu şuymuş: “Ne Marks kaldı, ne Lenin kaldı, ne Engels kaldı, ne Sovyetler Birliği kaldı, ne Nazım Hikmet KALDI!” Kalan da Necip Fazıl’mış! Delili de şu onda salonda olan binler-MİŞ! (sunucu salonda binler olmadığı anlayınca düzeltti.) Sunucu arkadaş da elini “bu lafın üstüne laf söylenmez” babından kullanarak aldığı ücreti hak ettiğini gösterdi.

Uzun lafın kısası Kayseri’de yine birileri egosunu ve cebini tatmin etti.

Yine birileri bir ‘dörtlük okumaktan aciz olduklarını’ gösterdi.

Ve birileri, birilerini maske ederek organizasyon halkasına bir zincir daha ekledi.

Organizatör kızımızdan da bahsedecektik değil mi?

Gerekirse başka bir yazıda o konuda da sohbet ederiz.

Yazının başlığıyla yazı arasında bağ kuramayan sevgili okurlarım kusuruma bakmasınlar.

Kimisi ŞAD olur, kimisi abad olur

Kimisi de şiiri, şairleri kullanırken BERBAT olur!

Yazarın Diğer Yazıları