SP Genel Başkanı Arıkan, o soruna dikkat çekti!

TBMM'deki Yeni Yol Grubu'nun haftalık grup toplantısında gündemi değerlendiren Saadet Partisi Genel Başkanı, Kayseri Milletvekili Mahmut Arıkan, 'Bütün bu tartışmaların gölgesinde asıl sorunlar sessiz sessiz büyüyor. İşsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik ve umutsuzluk gençlerimizin, çocuklarımızın kaderine dönüşmüş durumda. Bu çarpıklık yüzünden, 'suça sürüklenen çocuklar' gibi kavramları tartışmak zorunda kalıyoruz.' diyerek son dönemde öne çıkan soruna dikkat çekti. Ayrıntılar Kayseri Olay haberde…

SP Genel Başkanı Arıkan, o soruna dikkat çekti!
TAKİP ET >> Google News ile Takip Et

Saadet Partisi Genel Başkanı, Kayseri Milletvekili Mahmut Arıkan TBMM’deki Yenil Yol Grubu’nun haftalık Grup Toplantısı’nda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Basın mensuplarıyla bir araya geldiği toplantıya yer verdiği konuşmasında basının sorunlarına dikkat çeken Arıkan, “Biliyorsunuz bir ‘çalışan gazeteciler günü’ vardı. Artık Türkiye’de bir de ‘çalışamayan gazeteciler gerçeği’ var. Dün gazeteci arkadaşlarımızla ve meslek örgütlerinin temsilcileriyle bir araya geldik, bu konuyu konuştuk. Katılan, katkı sunan tüm medya mensuplarımıza teşekkür ediyorum.
İktidar, medyayı iki yolla kontrol altına almaya çalışıyor: Birincisi, Ekonomik baskılarla… Nedir bunlar: Reklam kesintileri, cezalar, adaletsiz reklam dağıtımı. İkincisi, Siyasi baskılarla; sansür, gözdağı, hedef gösterme.
Ekonomik baskı ile ilgili, çarpıcı bir rakamı paylaşmak istiyorum: Yaptığımız bir çalışmaya göre: Ocak 2025 ile Ekim 2025 arasındaki 10 aylık dönemde, iktidarın kontrolünde olan TMSF bünyesindeki şirketlerden, iktidara destek veren televizyon kanallarına verilen reklam süresi 14 milyon 810 bin 298 saniye. Bu inanılmaz bir rakam.
Peki bunun karşılığında, birileri tarafından muhalif diye adlandırılan televizyon kanallarına verilen reklam süresi ne kadar? Sıfır! Bu durum çok büyük bir haksızlıktır.

Gazetecilik suç gibi gösteriliyor

Geldiğimiz noktada; Türkiye’de gazetecilik faaliyetleri bir suç gibi gösterilmeye başlandı. Şunu unutmayalım; gerçeği yazmak cezalandırıldığında, yalan ödüllendirilmeye başlar. Türkiye’de yaşanan tam olarak budur. Bizler; çalışamayan gazetecilerin, çalışan; özgürce çalışan; özgürce yazan gazetecilere döneceği günler için çalışmaya devam edeceğiz.”

Bu nasıl bir ateşkes, bu garantörler nasıl garantör

Konuşmasında Gazze ve Sudan’da yaşananlara da dikkat çeken Arıkan, açıklamalarını şöyle sürdürdü: “Hepimizin bildiği gibi 10 Ekim’de terörist İsrail ile Hamas arasında bir ateşkes imzalandı. Bu ateşkeste ABD, Katar, Mısır ve Türkiye garantör ülke olarak yer aldı. Bu nasıl bir ateşkes, bu garantörler nasıl garantörse;10 Ekim'den bugüne terörist İsrail 200’den daha fazla ateşkes ihlali yaptı, yüzlerce mazlumu katletti. Yine bu sürede yardım konvoylarının, ilaç ve tıbbi malzemelerin girişi yeterli olmadı; hastaların çıkışı için Refah Sınır Kapısı açılmadı.
Neticede; değişen bir şey olmadı! Akan kan, dökülen gözyaşı bitmedi. Bitecek gibi de gözükmüyor.
Hal böyleyken, her hafta yapılan açıklamalarda “Sayın Trump’a teşekkür ederiz” cümlelerini duymaya devam ediyoruz.
Bu neyin teşekkürü? İşletilmeyen garantör sorumlulukları için mi teşekkür ediyorsunuz? Yoksa gelecek yeni ticaret anlaşmaları için mi teşekkür ediyorsunuz?
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın Bahreyn’deki açıklamaları şüpheleri tam da bu konu üzerine çekti. Diyor ki; ‘Türkiye ve İsrail birbiriyle savaşmayacak’ hatta ‘çok uzak olmayan gelecekte bir ticaret anlaşması imzalanabilir.’ diyor. Çok uzak olmayan geleceği bırakın, biz ‘çok uzak olmayan bir geçmişte de’ ticari ilişkileri gördük. Ateşkes görüşmeleri yapılırken bu kürsüden uyarıda bulunduk! ‘Anlaşma yapıldı diye, ‘bitirdik’ denilen ama örtük şekilde devam eden ticaret artarak devam etmemeli’ dedik. Gelinen noktada, Türkiye yine İsrail’in can damarı olan ‘ticaret imtihanını’ veremeyecek gibi gözüküyor.
Barrack’ın açıklamaları bununla da sınırlı değil! ‘Hazar Denizi'nden Akdeniz'e kadar bir hizalanma göreceksiniz.’ diyor. Birincisi; ‘sömürge valisi’ edasıyla yapılan konuşmalara, iktidarın en büyük tepkiyi koyması gerekir.
İkincisi; Barrack müneccim olmadığına göre, bütün bunları aslında işletilen planın bir aşaması olarak söylüyor. Hep söyledik yine söylüyoruz: Bu planın adı: Büyük Ortadoğu Projesidir. Türkiye; ne eş başkan, ne garantör, hiçbir unvanla bu projeye ‘dahil’ olmamalıdır! Bilakis Türkiye bu plana, bu gidişata muhakkak surette “müdahil” olmalıdır!

Gerçek düşman Emperyalizmdir! Gerçek düşman Siyonizm’dir.

Bir gözümüz Gazze’de, bir gözümüz neredeyse aynı hikayenin yaşandığı Sudan’da! Gelen görüntüleri hepimiz gördük. Bugün Sudan’da yaşananlar, basit bir ‘iç savaş’ tanımını çoktan aşıyor.
Peki neden? Neden bu vahşet?
İç karışıklık gibi lanse edilse de; emperyal odakların göz diktiği altın, petrol ve nadir toprak elementleri; Sudan’ın en büyük zenginliği iken en büyük imtihanı olmuş durumda. Şu unutulmamalı; yeryüzünde kimseye kardeş kanından fayda gelmemiştir.
Kaybedenler, o toprak üzerinde yaşayanlar; kazananlar, emperyalizm ve Siyonizm olmuştur. Sudan’da da oynanan oyun bu alçak stratejinin tekrarıdır. Gerçek düşman Emperyalizmdir! Gerçek düşman Siyonizm’dir. Ve hiçbir gündem, hiçbir plan, hiçbir ateşkes, hiçbir garantör, Gazze’yi unutturmamalıdır! Sudan’ı unutturmamalıdır! İsrail’i umutlandırmamalıdır! Ve Amerika’yı cesaretlendirmemelidir!”

İktidara komisyon tepkisi 

Tüm kaygılara rağmen bir yılı aşkın bir süredir devam eden sürece katkı vermeye çalıştıklarını ancak iktidarın süreçle ilgili kendilerine bilgi verilmediğini belirten Arıkan, “Bir yılı aşkın bir süredir tüm kaygılarımıza rağmen katkı vermeye çalıştığımız bir süreç var. Bizim de içerisinde yer aldığımız bir komisyon kuruldu: Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu. Evet! Artan eşitsizlikler karşısında dayanışmaya ihtiyacımız vardı. Farklı kimlikler ve kültürler olarak kardeşliğe ihtiyacımız vardı. Çoğunluğun azınlığa tahakkümüne değil çoğulcu bir demokrasiye ihtiyacımız vardı. Komisyonun ismi, ülkemizin ihtiyaçlarına binaen verilmiş oldu. Kürt meselesi başta olmak üzere tüm toplumsal sorunların TBMM’de tartışılıp, yine Meclis zemininde çözüm önerilerinin konuşulabilmesi kuşkusuz olumlu bir durumdur. Ancak yapılan komisyon toplantılarında iktidar cenahından bizimle paylaşılan; umudumuzu artıran yeni bir bilgi yoktur, ne hedeflendiğini gösteren somut bir plan yoktur, varılmak istenen noktaya dair bir yol haritası yoktur.
Bu süreçte; Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına rağmen tutuklu ve hükümlülerle ilgili bir gelişme olmadı. 
Sefalete mahkum edilen, grev hakları ellerinden alınan emekçilerin,
Emeklilikten sonra ucuz iş gücü olarak çalışmak zorunda kalan emeklilerin,
Bir taban maaşı olmayan özel eğitim öğretmenlerinin,
Adalet arayan KHK’lıların, tutuklu askeri okul öğrencilerinin,
Kürsülerine kavuşmak isteyen barış akademisyenlerinin,
Can güvenliğinden endişe eden kadınların,
Kokarcadan, dondan ve kuraklıktan etkilenen çiftçinin,
Şap hastalığıyla ilgili sesini bir türlü duyuramayan hayvan üreticisinin esamesi bile okunmadı, sesleri yine duyulmadı.
Biz; ‘Milli Dayanışma, Kardeşlik, Demokrasi’ derken, bu kesimlerin sorunlarının dile gelmesini, çözümlerin konuşulmasını bekliyorduk. Fakat geçen bir yıl içinde ne bu meseleler samimiyetle ele alındı ne de sürece dair hukuki bir zemin oluşturuldu. Bir taraftan hukuki boyutu tartışmalı bir süreç yaşanırken, diğer taraftan Anayasamızın ve Uluslararası Hukukun gereklerine rağmen tehir edilen adaletin tanıkları olduk. Hem Selahattin Demirtaş'ın, hem Can Atalay'ın, hem adalet arayan askeri okul öğrencilerinin, hem Osman Kavala'nın hem de KHK’lıların mağduriyetlerinin giderilmesi bir lütuf değil hukukun gereğidir.” dedi. 

Suça Sürüklenen Çocuklar

Arıkan, konuşmasında son dönemde yaşanan üzücü olaylarla sık sık kamuoyunun gündemine taşınan Suça Sürüklenen Çocuklar konusuna da dikkat çekti. Kalem tutması gereken çocukların silah tuttuğunu belirten Arıkan, “Bütün bu tartışmaların gölgesinde asıl sorunlar sessiz sessiz büyüyor. İşsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik ve umutsuzluk; gençlerimizin, çocuklarımızın kaderine dönüşmüş durumda. Bu çarpıklık yüzünden, ‘suça sürüklenen çocuklar’ gibi kavramları tartışmak zorunda kalıyoruz. Son yıllarda artan çete olayları, huzur ve emniyeti tehdit etmekle beraber ya çocuklarımızı elimizden alıyor ya da suça sürüklüyor. Kalem tutması gereken eller, silah tutuyor Okula gitmesi gereken çocuklar, cezaevine düşüyor. Sınava hazırlanması gereken evlatlarımız, mahkemelere hazırlanıyorlar.
Sorulacak çok sorumuz var! Çünkü ciğerimiz yanıyor ciğerimiz! Şimdi ben; bir şekilde evladı elinden kayıp gitmiş gözü yaşlı aileler adına buradan soruyorum!
Kürsülerde güvenlikten söz eden hükümet yetkilileri, mahalle aralarında ‘sessiz hüküm süren’ çetelerden haberdar mısınız?
Bu ülkenin sokaklarında, mahalle aralarında, hatta dijital platformlarda örgütlenen kaç yapı var, biliyor musunuz?
Daha doğrusu, bilmek istiyor musunuz?
İçişleri Bakanlığı sadece operasyon sayısını değil, neden bu operasyonlara ihtiyaç duyulduğunu da açıklamak zorundadır.
Kaç çocuk suça sürüklendi değil; neden sürüklendi?
Kaç çete var değil; nasıl büyüdü?
Kaç kişi ‘adam öldürülür’ diye ilan veriyor değil; nasıl bu cüreti buluyor? Sorular ağır, cevaplar belki daha da ağır olacak. Ama asıl tehlike, bu sorular hiç sorulmadığında başlıyor! Ben şimdi size en can alıcı soruyu söyleyeceğim!
Yoksulluk, ekonomik eşitsizlik ve gelecek kaygısı bu işin neresinde?"

SP Genel Başkanı Arıkan, o soruna dikkat çekti!

Türkiye Ekonomisi yönetilemiyor

Arıkan, konuşmasında ekonomik sorunlara da dikkat çekerek şunları söyledi:  Hakikaten! Türkiye ekonomisi nasıl yönetiliyor? Cevabı belli, Türkiye ekonomisi yönetilemiyor! Binlerce yıldır ‘üretici’ olmakla bilinen topraklar, bugün neredeyse tamamen tüketici konumuna düştü. İktidarın yürüttüğü yanlış politikalar sonucunda esnaf batarken, çiftçi, küçük işletmeci batarken; sanayi kuruluşları adeta can çekişiyor.
Bakınız bu konu ile ilgili çarpıcı bir rakam vereceğim;
Geçen yılın rakamlarına göre; 
Kurulan şirket sayısı yüzde 4.7 azalırken,
Kapanan şirket sayısı yüzde 8.4 artmış.
Bir rakam daha: 2025 yılının ilk 10 ayında konkordato için geçici mühlet alan firma sayısı, geçen yıla göre %72 arttı!
Öte yandan, bu toprakları cevizi Çin’den, mercimeği Kanada’dan, buğdayı Ukrayna’dan alacak hale getirdiniz.
Her türlü madeni ham olarak ihraç edip, her türlü teknolojik ürünü ithal edecek bir ülke haline getirdiniz!
Bunca yıl üretim olmayınca ne oldu?
Bunun cevabını bize yine AK Parti iktidarı veriyor.
Üretim yoksa dış borç faizini ödemek için; yeni vergiler gelir.
Ballı ihaleleri finanse etmek için vergilere zam gelir.
Seçim ekonomisinin faturasını millete ödetmek için de MTV gibi yılda bir olan vergi 2 oluverir!
Millet bu vergi yükünün altında ezilmiş, iktidarın da böyle bir gündemi olmadığını görüyoruz.
Normalde Sayın Mehmet Şimşek, ekonomi ile ilgili güzel tablolar çizerdi.
Bu hafta görevi Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz aldı.
Sayın Yılmaz, ‘Tahminlerimiz gerçekleşirse, Avrupa’nın 4. büyük ekonomisi olacağız.’ dedi.
Sayın Yılmaz! İki gün önce TÜİK enflasyonu yüzde 32,87 olarak açıkladı! Ben size daha ilginç rakamlar vereyim: Bazı kalemlerde Ekim 2025 itibariyle yıllık değişim oranları:
Gıda   yüzde 34,87
Giyim  yüzde 50,06
Kira  yüzde 66,28
İlk ve Ortaöğretim Eğitimi yüzde 70,57
Üniversite  yüzde  %64,58
Ulaşım  yüzde  %46,85
Bu rakamlar, TÜİK’in hesabına yanaşamıyor bile. Asgari ücretli bir aile bunlarla nasıl baş edecek? Emekli bir baba, evladına nasıl gelecek vaat edecek? Sayın Yılmaz’a buradan soruyorum:
Bu rakamlarla, bu gerçeklerle biz hangi tahmine göre Avrupa’nın 4. büyük ekonomisi olacağız! Hükümet bir taraftan “Avrupa’nın 4. büyük ekonomisi olacağız” diyor; diğer taraftan çalışanların cebine uzanmaya devam ediyor. Hükümet bunun adına “Tamamlayıcı Emeklilik Sigortası” diyor.
Ama gerçekte bu, işçiden %3 ek kesinti anlamına geliyor. Asgari ücretlinin maaşı bugün, bırakın tasarrufu, faturalarını bile ödemeye yetmiyor.
Emekli olmuş milyonlar geçinemiyor, çalışan milyonlar açlık sınırının altında bir maaşla hayata tutunmaya çalışıyor. Hal böyleyken, bir de üstüne ‘tamamlayıcı emeklilik’ adı altında yeni bir kesinti dayatılıyor. Bakın, sendikalar masadan bir bir kalkıyor. Çünkü ortada müzakere edilebilecek bir konu yok! Sayın Bakan sendikaları suçlayarak, “somut teklif getirmediler” dese de, Biz bunu samimi bulmuyoruz. Market rafları belli! Fatura tutarları belli! Kira rakamları belli! Enflasyonu az önce konuştuk. İşçinin ne istediğini bilmek için ne sendikaya gerek var ne de müneccim olmaya! İşçimiz, emekçimiz; insanca yaşayabileceği, kesintisiz, bahanesiz bir ücret talep ediyor.
Biz, ‘emeği’ bütçenin yükü olarak gören bu anlayışı reddediyoruz. Çünkü bu ülkenin alın teriyle çalışanları, memurları, işçileri; bu ülkenin yükü değil, gücüdür! İşçinin eline uzanmak kolay! Uzandığınız o el, bu ülkenin fabrikalarında, tarlalarında, hastanelerinde, okullarında her gün alın teri döken eldir. O eli ancak sıkmak gerekir! Biz Saadet Partisi olarak, emeğin hakkını “alın teri kurumadan verecek” bir düzenin kurulması için mücadeleye devam edeceğiz!
Malumunuz bütçe maratonu başladı.
Bütçe, bir iktidarın
tam olarak nerede durduğunu
ne tarafa doğru yürüdüğünü
ne yapmaya çalıştığını
kimlerle saf tutup
kimleri karşısına aldığını, gösteren en net belgedir.
Biz iktidarı; daha önce yaptığı bütçelerden tanıyor ve uyarıyoruz:
Bütçenizdeki kalemler, artan ve derinleşen eşitsizlikleri gidermeye dair olsun.
Bütçenizdeki kalemler, farklı kimlikler ve kültürler arasındaki kardeşliği tesise dair olsun.
Bütçenizdeki kalemler, haksızlıkları ve adaletsizlikleri giderip çoğulcu bir demokrasiye dair olsun. Bize; günü kurtarmaya dair kurnazlıklarla değil, toplumsal barışı ve huzuru inşa etmeye dair samimiyetle gelin!
Biz bütün bunları kötülüğe dair durum tespiti yapmak için değil kendini zamana ve mekâna karşı sorumlu hisseden herkesi; iyiliği yükseltmeye, hak ve adalet mücadelesini büyütmeye davet etmek için söylüyoruz.
Buradan herkese sesleniyorum!
Bu ülkenin sorunlarını çözmek için,
bu ülkeyi yaşanabilir bir Türkiye yapmak için; ilk yapılması gereken, ahlakı öncelemektir.
Ahlakı kuşanmış kadrolar; haksız yere insanları, ekmeğinden, işinden ve özgürlüğünden etmezler; tek bir insanın saçının telinin zarar görmesini istemezler. Bizler, Saadet Partisi olarak; selamı yaymak, acıları paylaşmak, güzellikleri çoğaltmak, barışı büyütmek için çalışmaya devam edeceğiz.”