Kayserili Profesörden döviz açığına 'alarm zili' uyarısı!
Kayserili Finans Profesörü Derviş Boztosun, Türkiye'deki şirketlerin döviz pozisyon açığının son yedi yılın zirvesine çıkarak 185,8 milyar dolara ulaştığını belirtti.
Kayserili finans profesörü Derviş Boztosun, şirketlerin döviz pozisyon açığının son yedi yılın zirvesine çıkarak 185,8 milyar dolara ulaşmasını değerlendirdi. Boztosun, yüksek faizli TL kredilerden kaçınan reel sektörün döviz borçlanmasına yöneldiğini belirtirken, bu durumun olası bir kur şokunda ciddi riskler barındırdığına dikkat çekti.
Türkiye'deki şirketlerin döviz pozisyon açığı, Haziran 2025 itibarıyla 185,8 milyar dolarla rekor seviyeye ulaştı. Kayserili Finans Profesörü Derviş Boztosun, bu artışın ardındaki sebepleri ve potansiyel tehlikeleri detaylı bir şekilde analiz etti.
Profesör Boztosun açıklamasında şu ifadelere yer verdi: "Türkiye ekonomisinin nabzı, şirketlerin net döviz pozisyon açığında atıyor. Haziran 2025 verilerine göre bu açık, 185,8 milyar dolarla son yedi yılın zirvesine tırmandı. Son iki yılda 112,3 milyar dolar, sadece 2025’in ilk yarısında ise 38 milyar dolarlık artış, adeta bir alarm zili! Peki, bu tablo neden kritik ve bizi nereye sürüklüyor?
TL kredilerde sıkışıklık, döviz borçlarını patlattı
Sıkı para politikası ve %60’a varan TL kredi faizleri, şirketlerin liraya erişimini zorlaştırdı. Reel sektör ise çözümü döviz cinsi borçlanmada buldu.
Yurtiçi döviz kredileri %15 artarak 166,2 milyar dolara çıktı.
Yurtdışı krediler %16,05 yükselerek 114,4 milyar dolara ulaştı.
Türev yükümlülükler ise %72,45 gibi çarpıcı bir artışla 12,6 milyar dolara fırladı; üstelik bunun %95’i kısa vadeli.
Bu tablo, kısa vadeli borçların şirket bilançolarında ne kadar ağır bir yük haline geldiğini gözler önüne seriyor.
Dövizle borçlanmak neden tekrar cazip?
Cevap, döviz kuru–enflasyon makasında saklı. 2024’te döviz kurlarının artış hızının enflasyonun gerisinde kalacağı beklentisi, reel anlamda dövizle borçlanmayı ucuz hale getirdi. Yüksek faizli TL kredilere kıyasla dışarıdan döviz bulmak, şirketler için daha mantıklı görünüyor.
Özellikle ihracatçılar açısından bu tercih, maliyet avantajı sağlarken nakit akışını da döviz bazında uyumlu hale getiriyor. Ayrıca küresel finansal koşulların görece normalleşmesi ve Türkiye’nin Batı finans çevreleriyle yeniden temas kurması, uluslararası piyasalardan fon bulmayı kolaylaştırıyor. Sendikasyon kredileri, sukuk ihraçları ve ticaret finansmanı için sağlanan kaynaklar bu eğilimi destekliyor.
Kısa vadeli riskler alarm veriyor
Ne var ki tablo sadece fırsatları değil, ciddi riskleri de barındırıyor.
Kısa vadeli net döviz pozisyonu fazlası, 2024 sonunda 13,6 milyar dolarken Haziran 2025’te 4,5 milyar dolara geriledi.
Şirketlerin döviz mevduatlarında 28 milyar dolarlık erime yaşandı.
Bu durum, olası kur şoklarına karşı kırılganlığı artırıyor.
Unutmayalım: 2018 ve 2020’de yaşanan kur şokları, birçok şirketin bilançosunu sarsmış, iflas zincirlerine yol açmıştı. Bugün tablo, o dönemleri hatırlatır nitelikte.
Dış borçlanmadaki artış, aslında Türkiye ekonomisinin eski alışkanlıklarını da yeniden gündeme taşıyor: Borçla büyüme modeli. Bu yöntem, kısa vadede çarkları döndürse de uzun vadede kırılganlığı artırıyor. Çünkü dış borç, sadece finansman aracı değil; aynı zamanda ülkenin döviz gelirlerine, siyasi risk algısına ve küresel piyasalara doğrudan bağlı bir yükümlülük.
Yüksek faiz ortamı iç piyasada yatırım yapmayı cazip olmaktan çıkarırken, dış borcun cazibesi aslında içerideki fonlama zorluklarını da gözler önüne seriyor.
Bu noktada iki temel ihtiyaca dikkat çekmek şart:
Risk yönetimi: Şirketler, ihracat gelirleriyle doğal hedge mekanizmaları oluşturmalı, TL reeskont kredilerini daha etkin kullanmalı ve ileri vadeli döviz anlaşmalarıyla risklerini minimize etmeli.
Vade uyumu: Kısa vadeli borç yerine uzun vadeli finansman imkanları artırılmalı.
Bunun ötesinde, özel sektörün dışa bağımlı borç yapısından kurtulması için sermaye piyasalarının güçlendirilmesi, yatırım ortamının öngörülebilir ve güvenli hale getirilmesi gerekiyor.
Dış borçtaki artış, bir yönüyle normalleşme gibi görünse de aslında Türkiye’nin yapısal bağımlılıklarını yeniden gündeme taşıyor. Kısa vadeli rahatlama uğruna uzun vadeli riskleri görmezden gelmek, geçmişin hatalarını tekrarlamaktır.
Bugün atılacak adımlar, sadece şirketlerin değil, tüm ekonominin geleceğini belirleyecek. Bir gerçek açık: Sessiz kalmak, bu yangını söndürmez. Acil ve koordineli adımlar, artık ertelenemez bir zorunluluk."