Nurkal Kumsuz

TÜRK HİKÂYECİLİĞİNİN GELİŞME AŞAMALARI

Nurkal Kumsuz

TÜRK HİKÂYECİLİĞİNİN GELİŞME AŞAMALARI

 Gerçek ya da gerçeğe yakın bir olayı yer, zaman ve kişi göstererek anlatan hikâyenin edebiyatımızdaki ilk örnekleri halk hikâyeleri, destanlar, masallar ve Dede Korkut Hikâyeleridir. Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelat-ı Aziz Efendi (1797), Vartan Paşa’nın Akabi Hikâyesi (1851), Hasan Tevfik Efendi’nin Hayalat-ı Dil (1868), Evangelinos’un Temaşa-i Dünya (1872) gibi hikâye örnekleri olsa da Türk edebiyatında Batılı anlamdaki ilk hikâyeler Tanzimat döneminde yazıldı. İlk hikâye Ahmet Mithat Efendi (1844-1912)’nin Kıssadan Hisse (1870) ile 1870-1895 yılları arasında yazılan ve 28 hikâyeden oluşan Letâif-i Rivâyat’ıdır. Emin Nihat (?-?)’ın 7 ayrı hikâyeden oluşan Müsameretnâme adlı kitabı 1871-1875 yılları arasında yayımlanmıştır. Nabizade Nazım (1862-1893) ise; Yadigârlarım (1886), Zavallı Kız (1889), edebiyatımızda Anadolu konulu ilk hikâye olan  Karabibik (1890), Sevda (1891), Hâlâ Güzel (1891), Haspa (1891) ve Seyyie-i Tesamüh (1891-1892) kitapları ile hikâyenin gelişmesinde pay sahibi olmuştur. Bu dönemde Sami Paşazade Sezai (1860-1936)’nin Küçük Şeyler (1892) adlı hikâye kitabı Batılı anlamda en önemli eser olarak kabul edilir. Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914) de Muhsin Bey (1890) ve Şemsa (1893) kitapları ile hikâye türünde eser vermiştir.

Tanzimat döneminde yazılan hikâyelerde güncel konulara eleştirel açıdan yaklaşılmasına rağmen, anlatımda gelenekli kalıplardan yararlanıldığı için yeni anlayıştaki hikâyeciliğe gerçek anlamda Servet-i Fünûn döneminde ulaşılmıştır. Servet-i Fünûn döneminde Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945), titiz gözlemciliğiyle gerçekçi hikâye geleneğini başlatan yazar oldu. Hikâyelerinde Anadolu hayatına,   köy ve kasaba yaşayışına yer verdi. Hikâyelerini; Bir İzdivacın Tarih-i Muâşakası (1889), Bir Muhtıranın Son Yaprakları (1889), Küçük Fıkralar (3 Cilt) (1896),  Bir Yazın Tarihi (1898), Solgun Demet (1901), Sepette Bulunmuş (1920), Bir Hikâye-i Sevda (1922),  Hepsinden Acı (1934), Onu Beklerken (1935), Aşka Dair (1935),  İhtiyar Dost (1939), Kadın Pençesi (1039),  İzmir Hikâyeleri (1950) kitaplarında topladı.  Onu Mehmet Rauf (1875-1931)  ve Hüseyin Cahit Yalçın (1874-1957)  takip etti. Bu dönemin diğer yazarları da Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864-1944), Ahmet Hikmet Müftüoğlu (1870-1927) ve Saffeti Ziya (1875-1929)’dır. Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Servet-i Fünûn döneminde yazdığı Haristan ve Gülistan (1901) ile Millî edebiyatçılara katıldıktan sonra yazdığı Çağlayanlar (1922) kitaplarındaki anlatımı ile dikkat çekmiştir.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra gelişen yeni edebiyat akımlarıyla birlikte -sadece Fecr-i Âti zayıf kalmıştır- hikâyede sosyal ve siyasî konular işlenmeye başladı. Millî Edebiyat Döneminde Ömer Seyfettin (1884-1920), Türk hikâyeciliğinde yeri bir çığır açtı. Türk edebiyatında küçük klâsik hikâye yazma geleneğinin kurucusu ve en başarılı temsilcisi olan Ömer Seyfettin, konularını gerçek hayattan alır. Bu sebeple hikâyeleri realist özellik taşır. Konuları genellikle tarihî olaylar, çocukluk hatıraları ve yaşanan günlük olaylardır. Bazı eserlerinde sosyal hayattaki gülünç özellikleri karikatürize eder. Başlıca eserleri; Eshab-ı Kehf’imiz (1918), Harem (1918),  Efruz Bey (1919), Yalnız Efe (1919), Yüksek Ökçeler (1926), Gizli Mabet (1926), Bahar ve Kelebekler (1927), Beyaz Lâle (1938), Asilzadeler (1938), Bomba (1938), Mahçupluk İmtihanı (1938), Dalga (1943), İlk Düşen Ak (1948), Nokta (1956)’dır.

Millî Edebiyat ile başlayan, Millî Mücadele döneminde devam eden ve Cumhuriyet dönemi Türk hikâyeciliğinde aşama kaydeden çizgide eser veren diğer önemli isimler ise şunlardır: Halide Edip Adıvar (1884-1964), Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974), Refik Halit Karay (1888-1965),  Reşat Nuri Güntekin (1883-1957),  Peyami Safa (1899-1961), F. Celaleddin (Fahri Celal Göktulga, 1895-1975), Selahattin Enis (1892-1942), Sadri Ertem (1898-1943), Osman Cemal Kaygılı (1890-1945)… Cumhuriyet öncesi Türk hikâyeciliğinde Refik Halit Karay (1888-1965), öncü isimlerden birisi olmuştur. Memlekete Hikâyeleri (1919) ve Gurbet Hikâyeleri (1940) adlı eserleriyle Anadolu ilk kez gerçek anlamda edebiyata girmiştir.

Cumhuriyet Dönemi Türk hikâyesi gerçek kimliğini 1930’lu yıllarda bulur. Bu dönem yazarları sanatın toplumu etkilediğine inanarak Cumhuriyeti kuran ruhu yaşatma amacına yönelik idealist bir çizgide hikâyeler kaleme aldılar. Memduh Şevket Esendal (1883-1952), Çehov tarzı “durum hikâyesi” ile hayatı olduğu gibi anlatır. Konu çeşitliliği, sade dili ve sağlam tekniği ile Türk hikâyeciliğinde farklı bir dünyanın kapısını aralamıştır. Kenan Hulusi Koray (1906-1943), Sabahattin Ali (1906-1948),  Bekir Sıtkı Kunt (1905-1959), Umran Nazif Yiğiter (1915-1964), Samet Ağaoğlu (1909-1982), Mehmet Seyda (1919-1976), Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaç,1886-1973), İlhan Tarus (1907-1967), Sabahattin Kudret Aksal (1920-1993), Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983), Kemal Bilbaşar (1910-1983)  bu dönemin önemli yazarlarındandır. Ayrıca bu dönemde alışılmışın dışında bir hikâye dünyası kuran Sait Faik Abasıyanık (1906-1954), modern Türk hikâyeciliğinde çığır açıcı yazarlardan birisi olmuştur. Konuları İstanbul’da geçen ve şahsî izlenimlerine dayanan şiir duygusuyla dolu durum hikâyeleri yazdı. Kişileri yaşadıkları çevreye göre ele alır.  Deniz,    tabiat, balıkçı kahvesi gibi unsurlar ve benzeri küçük ve ayrıntı sayılabilecek unsurlar onun hikâyelerinde sık sık görülür. Başlıca kitapları şunlardır: Semaver (1936), Sarnıç (1939), Şahmerdan (1940), Lüzumsuz Adam (1948), Mahalle Kahvesi (1950), Havada Bulut (1951), Kumpanya (1951),  Son Kuşlar (1952), Alemdağda Var Bir Yılan (1954).

1940-1950 yılları arasında I. Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu'nun durumu, II. Dünya Savaşı sonrasında toplumdaki ahlakî çöküntü ve sosyal gelişmeler ile konular çeşitlenir. Bu dönemde önceki kuşaktan çizgisini sürdürenlerin yanında; Kemal Tahir (1910-1973),  Samim Kocagöz (1916-1993), Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962),  Oktay Akbal (1923), Naim Tirali (1925), Orhan Kemal (1914-1970), Tarık Buğra (1918-1994),   Aziz Nesin (1915-1996),  Haldun Taner (1915-1986) öne çıkan isimler olmuşlardır.

1950’li yıllardan günümüze kadar hikâyenin şekil ve konu yönünden klasik yapının yanında yeni arayışların ve özgün örneklerin çoğaldığı bir alan olmuştur. Toplumcu, sosyal gerçekçi, gelenekçi ve özgün anlayışların ışığında Ömer Seyfettin’in Maupassant çizgisi ile Memduh Şevket Esendal’ın Çehov çizgisinde Türk hikâyeciliği yol almıştır. Genel konuların yanında günlük olaylar, düşünce ve beklentiler de edebiyata girdi. Dolayısıyla 1950’li yıllarda işçi, köylü, memur problemleri ile insani meseleler çok boyutlu olarak işlendi. 1960’lı yıllarda 27 Mayıs ve 12 Mart’ı hazırlayan şartlar ile beraber siyasi olaylar da incelendi. 1970’li yıllarda günlük konular da ele alındı. 1980’li yıllarda ele alınan konularda eleştirel bakış hâkim oldu. 1990’lı yıllardan günümüze kadarki Türk hikâyeciliği ise belli başlı yönelmelerin dışında her yazarın kendi sanat dünyasını kurarak farklı bir edebi atmosfer yarattığı bir anlayışın içinde seyretmiştir.

            Türk Edebiyatı’nda modern anlamda hikâye kuruluş ve gelişme aşamaları ile zorlu bir süreçten sonra kendi kimliğini bularak dünya hikâyeciliğinin bir parçası olmuştur. Günümüzde hikâye yeni anlatım ve teknik biçimleri denenerek hızlı bir gelişme içinde güzel örneklerle edebi türler içindeki varlığını zenginleştirmektedir.

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları